İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı ve üyeleri, "Ergenekon Davası"na ilişkin kararı sanıkların yüzüne, soğuk bir su döker gibi, buz gibi bir havada okudu. Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi içerisinde, özel oluşturulan salonda görülen 321. duruşmada, dile kolay; 6 yıl 2 ay süren davanın kararı, çok şükür ki açıklandı. Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese ve üyelerin okuduğu karar, cezaların uzunluğundan 2 saat 15 dakika sürdü.
Bin yıl sürecek denen bir sürecin on yıldan sonra, esamesinin sadece mahkemelerde okunması ve oralarda verilen cezaların neredeyse toplamda binyılı bulması ne kadar da ironik.
İnsanların ve cinlerin geleceği bilemeyeceğine bir sağlam örnek de bu süreci heyecanla başlatanlardan bize miras kaldı, "Bin yıl" dediler on yıl bile dayanamadı.
Peki, şimdi ne oldu? Suçlular cezasını buldu ve prens ve prenses evlenip şatolarında sonsuza kadar mutlu bir yaşama mı başlayacaklar? Keşke!
Titaniği batıran koca bir buz dağı (iceberg) gemide ki kaptana ve mürettebata sadece su üstündeki küçük parçasını göstermişti. Akıbet belli. O devasa gemi su altından, görünmeyen kısımdan aldığı sert darbeyle gövdesi delinerek okyanusun soğuk sularının derinliklerine binlerce yolcusuyla batıvermişti.
Tarih ibretler aynasıdır. Kim ibret alarak baksa başına gelecekleri, az-çok sezebilir. Suyun üstündeki parçaya kanmamak lazım.
Toplum olarak mahkeme kararlarını iki yönlü bulmuşuzdur hep. Bir yönü bize bakar; lehimize ise doğrudur, diğer yönü ise karşımıza bakar; lehine ise yanlıştır. Adaletten farklı bir şekilde bahseden Hekimoğlu İsmail e kulak verelim hele: Mahkumlar konuşurken bir tanesi bağırıyor, Ah ulan adalet, nerdesin? Diğer mahkûm da cevap veriyor, Kral Farukun koynunda. Mısırda o zamanki kralın hanımının adıdır Adalet.
Adalet kimsenin dudusu değil ki bir öyle bir böyle konuşsun ve hükmetsin. Kimsenin gömleği değildir ki giyilsin ve eskiyip kirlenince çıkarılıp atılsın.
Şimdi, birileri çıkmış Mahkeme kararlarını tanımıyoruz diyor. Vaaz veren, dini kitap yazan ve şiir okuyan yıllarca hapis yatarken adalet var da devleti yıkmaya çalışanları yargılarken adalet yok mu?
Bu dünyada adalete güvenmiyor da olabilirsiniz. O zaman ilahi adalet gelir tüm asaleti ve heybetiyle. Fakat o da ölüm sonrasına inanmak gerektirdiğinden, sadece inanların ruhlarına inşirah verebiliyor. İnanmayana bu dünya da cehennem.
Yıllar öncesini hatırladım. 28 Şubatı takip eden bir yıldı. Yurt dışındaki üniversitemden mezun olmuş diploma tercümelerim ve transkriptlerimle Ankaraya, YÖK binasına, denklik başvurusu için gelmiştim. Kapıdaki güvenlik görevlisinin önünde sıraya girmiştim. Hemen önümdeki bayanın başı kapalıydı. O da ellerinde dosyalarıyla denklik için başvuracakmış. Gözyaşları ceyhun, güvenlik görevlisine derdini anlattı ama cevap olumsuzdu: Bacım! Ne olur beni zor durumda bırakma. Ben de emir kuluyum. Sana izin verirsem kapıya koyarlar beni de. Başı kapalı almayacaksın dediler.
Ben girmiştim çünkü erkektim ve başım açıktı. İşlerimi halletmek için YÖK binasındaydım artık. Bütün belgelerimi eksiksiz verdim ve memurun yüzüne mütebessim bir çehreyle baktım. Keşke mukabele aynı olsaydı. Olmadı. Ne zaman denkliğimi alabileceğimi sorduğumda, o zaman için alacağımın denklik değil de şu sözlerden başkası olmayacağını anlamıştım; Siz, bence hiç beklemeyin. Sizin kim olduğunuz yüzünüzden ve ince bıyıklarınızdan belli oluyor.
Başörtülü kız ve ince bıyıklı erkek öğrencilere nefretle bakan ve düşman olarak tahayyül eden kimleri gördü bu gözlerim. Şimdi o gözlerim verilen mahkemenin kararlarını yüzlerine okuduğu sanıklara karşı kapalı. Bakmıyorum bile onlara. Görmüyorum adaletin onlarda başka nasıl tecelli edeceğine.
Ahmet Alp Altay
Bin yıl sürecek denen bir sürecin on yıldan sonra, esamesinin sadece mahkemelerde okunması ve oralarda verilen cezaların neredeyse toplamda binyılı bulması ne kadar da ironik.
İnsanların ve cinlerin geleceği bilemeyeceğine bir sağlam örnek de bu süreci heyecanla başlatanlardan bize miras kaldı, "Bin yıl" dediler on yıl bile dayanamadı.
Peki, şimdi ne oldu? Suçlular cezasını buldu ve prens ve prenses evlenip şatolarında sonsuza kadar mutlu bir yaşama mı başlayacaklar? Keşke!
Titaniği batıran koca bir buz dağı (iceberg) gemide ki kaptana ve mürettebata sadece su üstündeki küçük parçasını göstermişti. Akıbet belli. O devasa gemi su altından, görünmeyen kısımdan aldığı sert darbeyle gövdesi delinerek okyanusun soğuk sularının derinliklerine binlerce yolcusuyla batıvermişti.
Tarih ibretler aynasıdır. Kim ibret alarak baksa başına gelecekleri, az-çok sezebilir. Suyun üstündeki parçaya kanmamak lazım.
Toplum olarak mahkeme kararlarını iki yönlü bulmuşuzdur hep. Bir yönü bize bakar; lehimize ise doğrudur, diğer yönü ise karşımıza bakar; lehine ise yanlıştır. Adaletten farklı bir şekilde bahseden Hekimoğlu İsmail e kulak verelim hele: Mahkumlar konuşurken bir tanesi bağırıyor, Ah ulan adalet, nerdesin? Diğer mahkûm da cevap veriyor, Kral Farukun koynunda. Mısırda o zamanki kralın hanımının adıdır Adalet.
Adalet kimsenin dudusu değil ki bir öyle bir böyle konuşsun ve hükmetsin. Kimsenin gömleği değildir ki giyilsin ve eskiyip kirlenince çıkarılıp atılsın.
Şimdi, birileri çıkmış Mahkeme kararlarını tanımıyoruz diyor. Vaaz veren, dini kitap yazan ve şiir okuyan yıllarca hapis yatarken adalet var da devleti yıkmaya çalışanları yargılarken adalet yok mu?
Bu dünyada adalete güvenmiyor da olabilirsiniz. O zaman ilahi adalet gelir tüm asaleti ve heybetiyle. Fakat o da ölüm sonrasına inanmak gerektirdiğinden, sadece inanların ruhlarına inşirah verebiliyor. İnanmayana bu dünya da cehennem.
Yıllar öncesini hatırladım. 28 Şubatı takip eden bir yıldı. Yurt dışındaki üniversitemden mezun olmuş diploma tercümelerim ve transkriptlerimle Ankaraya, YÖK binasına, denklik başvurusu için gelmiştim. Kapıdaki güvenlik görevlisinin önünde sıraya girmiştim. Hemen önümdeki bayanın başı kapalıydı. O da ellerinde dosyalarıyla denklik için başvuracakmış. Gözyaşları ceyhun, güvenlik görevlisine derdini anlattı ama cevap olumsuzdu: Bacım! Ne olur beni zor durumda bırakma. Ben de emir kuluyum. Sana izin verirsem kapıya koyarlar beni de. Başı kapalı almayacaksın dediler.
Ben girmiştim çünkü erkektim ve başım açıktı. İşlerimi halletmek için YÖK binasındaydım artık. Bütün belgelerimi eksiksiz verdim ve memurun yüzüne mütebessim bir çehreyle baktım. Keşke mukabele aynı olsaydı. Olmadı. Ne zaman denkliğimi alabileceğimi sorduğumda, o zaman için alacağımın denklik değil de şu sözlerden başkası olmayacağını anlamıştım; Siz, bence hiç beklemeyin. Sizin kim olduğunuz yüzünüzden ve ince bıyıklarınızdan belli oluyor.
Başörtülü kız ve ince bıyıklı erkek öğrencilere nefretle bakan ve düşman olarak tahayyül eden kimleri gördü bu gözlerim. Şimdi o gözlerim verilen mahkemenin kararlarını yüzlerine okuduğu sanıklara karşı kapalı. Bakmıyorum bile onlara. Görmüyorum adaletin onlarda başka nasıl tecelli edeceğine.
Ahmet Alp Altay