Çaresizlerin çaresi oldu ölüm, Adeviye Meydanında toplanan insanlar için. Zalimden bir kurtuluş. ölüm. Her an bir başka sokak başında tüfek ve satırla gösteriyor yüzünü. Meydana ismini veren Rabiatül Adeviye annemiz şöyle demişti bir gece, seccadesini gözyaşlarıyla ıslatırken; Ya rabbi (c.c) şu vakitte bir çok kimse uyudu,bir çoğu sevdiğine gitti,ben de sana geldim,çünkü benim sevdiğim sensin
Meydanı dolduran binler, sevgililerine koşar gibi koşuyorlar. Rabia annemizin sözlerini vasiyet gibi algılamış ve hakkını veriyorlar, yüzlerce, binlerce Rabiatül Adeviye Rablerine kavuşuyor. Zalim zalimliğiyle hem hal. Bir tarafta kendi öz vatandaşına ateş açmaya memur hisseden, hükumet bile diyemeyeceğimiz darbe şaşkınları varken diğer tarafta batı denilen mimsiz medeniyet kendi yavuklularının kuş tüyünden koynunda, kendi rüyalarında boğulmuş uyuyor.
İslam dünyası kendi öz sözüne henüz sahip olamamış, yeni doğmuş bir sabi halde. Ne diyeceğini ve nasıl davranacağını büyükleri talim ediyor. Hücreleri isyan etse de beden emirber. Bedende isyanda bir kısım hücreler, kansere dönüşmüş. Hücre içindeki hücreyiz vicdanlı hepimiz.
Müslümanın vefa kalmamış çehresine, bir umut, ağlamaklı bakıyor bir diğer müslüman. Kardeş diyor, yardım et diyor. Yere uzanmış, kızıl entari içindeki yavrusunu gösteriyor.
Ramazanın bereketinden, soframızı paylaşmaktan ve yaz sıcağında, ter içinde oruç tutmanın zorluğundan dem vururken, mükellef iftar sofrasındaki çoğu çöpe gidecek yiyeceklere kayıyor gözlerimiz, utanmaksızın.
Tencereler ve tepsilerle dolu sofra seni beklerken birkaç saati beklemenin telaşı nedir ki, iftarda ve sahurda yemek yiyemeden oruç tutanların yanında.
Ey Allahım! Ebu Cehillerin ağızlarında cehalet sloganlarıyla cirit attığı bu ortamda Ebu Bekirler, yüreklerindeki hakikatlerle sığınacak bir Erkam Evi bile bulamıyorlar. Ümitsizlik tek hissiyatımız olmuşken sen bize merhamet et!
Sığınabilecek tek kapı, senin kapında bendelerin pas pas üstünde günahlarını silkelerken affet bizleri. Sahip çıkamadığımız emanetine ehil ve onda emin eyle yine bizi. Eyle ki, artık dizlerde mecal, gözlerde yaş ve yüreklerimizde zulme karşı buğz edecek bir vicdan kalmadı.
Ahmet Alp Altay
Meydanı dolduran binler, sevgililerine koşar gibi koşuyorlar. Rabia annemizin sözlerini vasiyet gibi algılamış ve hakkını veriyorlar, yüzlerce, binlerce Rabiatül Adeviye Rablerine kavuşuyor. Zalim zalimliğiyle hem hal. Bir tarafta kendi öz vatandaşına ateş açmaya memur hisseden, hükumet bile diyemeyeceğimiz darbe şaşkınları varken diğer tarafta batı denilen mimsiz medeniyet kendi yavuklularının kuş tüyünden koynunda, kendi rüyalarında boğulmuş uyuyor.
İslam dünyası kendi öz sözüne henüz sahip olamamış, yeni doğmuş bir sabi halde. Ne diyeceğini ve nasıl davranacağını büyükleri talim ediyor. Hücreleri isyan etse de beden emirber. Bedende isyanda bir kısım hücreler, kansere dönüşmüş. Hücre içindeki hücreyiz vicdanlı hepimiz.
Müslümanın vefa kalmamış çehresine, bir umut, ağlamaklı bakıyor bir diğer müslüman. Kardeş diyor, yardım et diyor. Yere uzanmış, kızıl entari içindeki yavrusunu gösteriyor.
Ramazanın bereketinden, soframızı paylaşmaktan ve yaz sıcağında, ter içinde oruç tutmanın zorluğundan dem vururken, mükellef iftar sofrasındaki çoğu çöpe gidecek yiyeceklere kayıyor gözlerimiz, utanmaksızın.
Tencereler ve tepsilerle dolu sofra seni beklerken birkaç saati beklemenin telaşı nedir ki, iftarda ve sahurda yemek yiyemeden oruç tutanların yanında.
Ey Allahım! Ebu Cehillerin ağızlarında cehalet sloganlarıyla cirit attığı bu ortamda Ebu Bekirler, yüreklerindeki hakikatlerle sığınacak bir Erkam Evi bile bulamıyorlar. Ümitsizlik tek hissiyatımız olmuşken sen bize merhamet et!
Sığınabilecek tek kapı, senin kapında bendelerin pas pas üstünde günahlarını silkelerken affet bizleri. Sahip çıkamadığımız emanetine ehil ve onda emin eyle yine bizi. Eyle ki, artık dizlerde mecal, gözlerde yaş ve yüreklerimizde zulme karşı buğz edecek bir vicdan kalmadı.
Ahmet Alp Altay