- Katılım
- 28 Temmuz 2011
- Mesajlar
- 258
- Reaction score
- 1
Allahın (c.c.) işitmesi ve görmesi yaratılmış varlıkların işitmesi ve görmesi gibi değildir. İnsanlar ancak dikkatlerini yönelttikleri varlıkların seslerini işitebilirler, kendilerini görebilirler. Ama böyle anlarda bile bazen algı yanılmaları ve yetersizlikleri yaşayabilirler. Allah (c.c.) yarattığı her şeyi her an sınırsız bir dikkatle görür ve işitir. Bunda da bir zayıflık ve kusur olmaz. İnsanların işitmeleri ve görmeleri için kulak ve göz duyu organlarına ihtiyaçları vardır. Allahın (c.c.) işitmesi ve görmesi için herhangi bir organa gereksinimi yoktur. İnsan belli bir frekans arasındaki sesleri işitir. Görmesi için de nesnenin gözler önünde bulunması ve havada belli bir derecede ışığın olması gerekir. Allah (c.c.) her frekanstaki sesi işitir ve zifiri karanlıktaki görüntüyü bile görür. Dolayısıyla insanda işitme ve görme yetisi sınırlı ve belirli bir ölçüde iken Allahta (c.c.) bu özellikler sınırsız olgunlukta ve tüm yaratıkları her yönüyle kuşatacak boyuttadır.
Allahın (c.c.) el-Habîr (her şeyden haberi olan), el-Alîm (her şeyi bilen) gibi güzel isimleri de varlıkların her halinden bilgi sahibi olduğuna işaret etmektedir. Öyle ki bu güzel isimlerle Allah (c.c.) kullarının zihnindeki düşünceleri, kalbinde geçirdiği niyetleri, duyguları da en ince ayrıntısına kadar bilmekte ve haber almaktadır. Bu durum işitme ve görmeden daha kapsamlı bir özellik göstermektedir. Çünkü insanlar içlerindekini her zaman söylemezler ve eyleme dökmezler. Çoğu kez gizlerler. Öyle ise Allah (c.c.), es-Semî (her şeyi işiten), el-Basîr (her şeyi gören) güzel isimlerini niçin belirtme gereği duymuş olabilir? Elbette bunun pek çok hikmeti olabilir. Biz bunlardan sadece üç tanesini belirteceğiz.
Birincisi, insanların konuştuklarına ve yaptıklarına dikkat etmelerini sağlamaktır. Zaten insanın da sorumluğu söyledikleri ve yaptıkları ile sınırlıdır. Kafasında, kalbinde geçirdiği şeylerle insan ne hukuk önünde ne de ahirette hesap görülürken sorumlu tutulmamaktadır. Tabii şu altın kuralı unutmamak gerekir ki, testi içindekini sızdırır. Bu açıdan kafasında, gönlünde güzel şeyleri geçiren birisi elbette güzel şeyler konuşacak ve yapacaktır. Allahın es-Semî, el-Basîr olduğunun bilincinde olan birisi her sözüne, her hareketine dikkat eder, Allahın (c.c.) rızasını gözetir; Onun hoşlanmayacağı sözleri söylemez, hareketlerden kaçınır. Aşağıdaki ayet-i kerimede bu anlam dolaylı bir biçimde çıkarılabilir: Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın Allahın ayetleri hakkında münakaşa edenler var ya, hiç şüphe yok ki, onların kalplerinde asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allaha sığın. Kuşkusuz O Semî, Basîrdir (Mümin suresi, ayet 56).
Yüce Allahın (c.c.) es-Semî, el-Basîr olduğunu belirtmesinin ikinci hikmeti, zorluk ve sıkıntı içerisinde bulunan, haksızlığa ve zulme uğrayan insanları gördüğünü ve şikâyetlerini işittiğini vurgulamaktır. Bu, böyle durumda bulunan müminlere büyük bir manevi güç verir. Kadere rıza göstermelerini sağlar. Allaha (c.c.) dayanıp ona tevekkül etmelerine vesile olur. Şu ayet-i kerime bu hikmeti çok açık bir biçimde içermektedir: Kocası hakkında seninle tartışan ve Allaha şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah Semîdir, Alîmdir (Mücadele suresi, ayet 1).
Yüce Allahın (c.c.) es-Semî, el-Basîr olduğunu belirtmesinin üçüncü hikmeti, kullarının ibadetlerde en büyük makama ulaşmalarını sağlamaktır. Dinin direği ve ibadetlerin en büyüğü, feyizlisi olan namaz, kulun kendisini huzurda, yani Allahın (c.c.) karşısında hissetmesidir. Ama bu öyle kolay kolay gerçekleşmez. Çünkü başka zaman değil de tam namaz sırasında nefis ve şeytan olmayacak vesveselerle insanın Allah (c.c.) karşısındaki bu huzurunu bozmaya, başka şeylerle gönlünü ve kafasını meşgul etmeye çalışırlar. İşte Allahın (c.c.) es-Semî, el-Basîr olduğunun bilincinde olan bir mümin, Allah (c.c.) huzurunda bulunmanın edebini daha iyi sağlar ve korur. Meşhur Cibrîl hadisinde peygamberimiz ihsan makamını bu hikmete uygun bir biçimde açıklamıştır: İhsan, senin Allahı görüyormuş gibi Ona ibadet etmendir. Her ne kadar sen Onu görmüyorsan da O seni görmektedir.
Allahın (c.c.) es-Semî ve el-Basîr güzel isimleri kulda kendisinin her sözünü Allahın (c.c.) işittiği ve yaptığı her işi Allahın (c.c.) gördüğü biçiminde bir bilinç ve otokontrol mekanizması oluşturmalıdır.
Muhsin İyi
Allahın (c.c.) el-Habîr (her şeyden haberi olan), el-Alîm (her şeyi bilen) gibi güzel isimleri de varlıkların her halinden bilgi sahibi olduğuna işaret etmektedir. Öyle ki bu güzel isimlerle Allah (c.c.) kullarının zihnindeki düşünceleri, kalbinde geçirdiği niyetleri, duyguları da en ince ayrıntısına kadar bilmekte ve haber almaktadır. Bu durum işitme ve görmeden daha kapsamlı bir özellik göstermektedir. Çünkü insanlar içlerindekini her zaman söylemezler ve eyleme dökmezler. Çoğu kez gizlerler. Öyle ise Allah (c.c.), es-Semî (her şeyi işiten), el-Basîr (her şeyi gören) güzel isimlerini niçin belirtme gereği duymuş olabilir? Elbette bunun pek çok hikmeti olabilir. Biz bunlardan sadece üç tanesini belirteceğiz.
Birincisi, insanların konuştuklarına ve yaptıklarına dikkat etmelerini sağlamaktır. Zaten insanın da sorumluğu söyledikleri ve yaptıkları ile sınırlıdır. Kafasında, kalbinde geçirdiği şeylerle insan ne hukuk önünde ne de ahirette hesap görülürken sorumlu tutulmamaktadır. Tabii şu altın kuralı unutmamak gerekir ki, testi içindekini sızdırır. Bu açıdan kafasında, gönlünde güzel şeyleri geçiren birisi elbette güzel şeyler konuşacak ve yapacaktır. Allahın es-Semî, el-Basîr olduğunun bilincinde olan birisi her sözüne, her hareketine dikkat eder, Allahın (c.c.) rızasını gözetir; Onun hoşlanmayacağı sözleri söylemez, hareketlerden kaçınır. Aşağıdaki ayet-i kerimede bu anlam dolaylı bir biçimde çıkarılabilir: Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın Allahın ayetleri hakkında münakaşa edenler var ya, hiç şüphe yok ki, onların kalplerinde asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allaha sığın. Kuşkusuz O Semî, Basîrdir (Mümin suresi, ayet 56).
Yüce Allahın (c.c.) es-Semî, el-Basîr olduğunu belirtmesinin ikinci hikmeti, zorluk ve sıkıntı içerisinde bulunan, haksızlığa ve zulme uğrayan insanları gördüğünü ve şikâyetlerini işittiğini vurgulamaktır. Bu, böyle durumda bulunan müminlere büyük bir manevi güç verir. Kadere rıza göstermelerini sağlar. Allaha (c.c.) dayanıp ona tevekkül etmelerine vesile olur. Şu ayet-i kerime bu hikmeti çok açık bir biçimde içermektedir: Kocası hakkında seninle tartışan ve Allaha şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah Semîdir, Alîmdir (Mücadele suresi, ayet 1).
Yüce Allahın (c.c.) es-Semî, el-Basîr olduğunu belirtmesinin üçüncü hikmeti, kullarının ibadetlerde en büyük makama ulaşmalarını sağlamaktır. Dinin direği ve ibadetlerin en büyüğü, feyizlisi olan namaz, kulun kendisini huzurda, yani Allahın (c.c.) karşısında hissetmesidir. Ama bu öyle kolay kolay gerçekleşmez. Çünkü başka zaman değil de tam namaz sırasında nefis ve şeytan olmayacak vesveselerle insanın Allah (c.c.) karşısındaki bu huzurunu bozmaya, başka şeylerle gönlünü ve kafasını meşgul etmeye çalışırlar. İşte Allahın (c.c.) es-Semî, el-Basîr olduğunun bilincinde olan bir mümin, Allah (c.c.) huzurunda bulunmanın edebini daha iyi sağlar ve korur. Meşhur Cibrîl hadisinde peygamberimiz ihsan makamını bu hikmete uygun bir biçimde açıklamıştır: İhsan, senin Allahı görüyormuş gibi Ona ibadet etmendir. Her ne kadar sen Onu görmüyorsan da O seni görmektedir.
Allahın (c.c.) es-Semî ve el-Basîr güzel isimleri kulda kendisinin her sözünü Allahın (c.c.) işittiği ve yaptığı her işi Allahın (c.c.) gördüğü biçiminde bir bilinç ve otokontrol mekanizması oluşturmalıdır.
Muhsin İyi