İyinet'e Hoşgeldiniz!

Türkiye'nin En Eski Webmaster Forum'una Hemen Kayıt Olun!

Kayıt Ol!

Annenin Doğum Günü (Ahmet Alp Altay)

ahze21

0
İyinet Üyesi
Katılım
26 Nisan 2008
Mesajlar
14
Reaction score
1
1

Hediyesini kapan kapıya dayanıyordu. Konu komşu, ne kadar tanıdık varsa çağırılmıştı. Akrabalar ve de arkadaşlar zaten vaktinden çok önce biliyorlardı ve geleceklerini bildirmişlerdi. Kapının zili susmak bilmiyordu bugün. Allah’tan ki ablası da o gün yardıma gelmişti. Kapıyı açmak ve misafirleri buyur etme işine de o bakıyordu. Bu özel günün heyecanını hisseden yalnız o da değildi. yedi yıllık eşi de bazen gelen erkek misafirlerle hoşbeş ediyor bazen de hanımına yapılacak işlerde yardımını esirgemiyordu. kalplerinde bu tatlı duyguyu dört defa yaşamış ve işte çoktan sıradaki gelmişti bile. Sahi, zaman ne çabuk geçivermişti de kızlarının beşinci doğum gününü gelivermişti?

Kurabiyeler, poğaçalar, tatlılar ve tuzlular hazır edilmiş, iki çaydanlık çay da kaynamaya başlamıştı. Mutfağa aniden kendisini mest eden ses geldi; “Anne!”

Küçük kızı girivermişti içeriye. Yüzü apaktı. Gülümseyen yüzünden neşesini okuyabiliyordunuz. “Annecim! Pastam hazır mı?” diye sordu, heyecandan titreyen sesiyle. Öyle ya pastayı buzdolabından çıkarmanın ve de mumları üzerine yerleştirmenin zamanı gelmişti çoktan. Beş küçük mum! Beş kocaman yıl için…



2

Herkes ve de özellikle kızının arkadaşları masanın etrafına çevrelenmişler, kimi annesinin kucağından, kimi de boyu yetmediğinden masaya tutunmuş, ayak uçlarından yanan mumları seyretmeye çalışıyorlardı. Masa çeşit çeşit yemeklerle döşenmişken gelecek yıllarda da hatırlamak amacıyla fotoğraflar çekilmeye başlanmıştı. Artık mumları üflemenin zamanı da gelmişti.

Eşiyle beraber kızının sandalyesinin sağına ve soluna geçip durdular. Eşi kızının bir elinden kendisi de diğer elinden tutmuştu ve patlayan flaşlara poz veriyorlardı. Poz işi bittikten sonra kızı mumları üflemek için yavaşça eğilmişti. Etrafta ben de üfleyeceğim diye bağıraşan çocuklar ve onları sakinleştirmeye çalışan anneler doluydu. Gülmeler ağlamalara eşlik ediyordu bu anda.

Eskiyi hatırlattı bu an anneye. Ağlamaların gülmelere karıştığı o beş yıl öncesini. Bir hastane odasını:



3

Bir gariplik sezinliyordu o akşam. Belki yanlış alarmdır diye fazla kulak asmadı duruma. Sabah kalkıp lavaboya gitmiş ve artık hastaneye gitmek gerektiğini anlamıştı. Gariptir, doktor iki hafta sonrasına tarih vermişti. Kocasına durumu açıp küçük bir istişareden sonra ve gidip, baktırmanın faydası var diye taksi çoktan çağırılmıştı kapıya. Günlerden pazardı ve doktorları izindeydi. Telefon açıp geleceklerini söyleyince doktor tamam demiş ve hastanede olacağını söylemişti. Hastaneye vardıklarında doktor hanım onu muayene etmiş ve işin ciddi olduğunu belirten bir edayla “Eh! Artık önlüğümüzü giyelim. Misafir geliyor.” demişti.

Sancıyı arada bir hissetmek canını çok yakıyordu. Dokuz aylık sırt üstü yatamamanın, yüzünde çıkan sivilcelerin, merdiveni yardım almadan çıkamamanın ve her şeyi yiyememenin son günüydü artık bugün, diye kendini teselli etmişti. Sancılar daha da sıklaşmıştı. O güne kadar onu yalnız bırakmayan hayat arkadaşı, sevgili eşi gene yanındaydı ve elini mümkün olduğu kadar bırakmamaya ve onunla beraber acıyı hissetmeye çalışıyordu. Belki de kendisine geçmesini istiyordu. Kim bilir?

Doktor hanım kendisine sancılar belli bir sıklığa ulaşıncaya kadar başlamayacağız onun için bana sancıların en sıklaştığı vakitte haber ver demişti. Fakat sancı her gelişinde elleri avuçları terliyor, yüzü ekşiyor ve kaybolmasıyla derin bir “off” çekerek dışarıya bırakıyordu nefesini.

Derin derin nefes almasını tavsiye etmişti doktor ve derin derin çekmişti acılarını sineye. Bazen eşine bakıyor ve güzel sözleri onun ağzından duydukça biraz rahatlıyordu. O da kendisi gibi heyecanlıydı. Gözleri ona ele veriyordu. Ve belki biraz da endişe. Kolay değil bir can dünyaya geliyordu. Can veren Allah’ım verirken alabilirdi de. Veren oydu; alan da o! Bunu her ikisi de çok iyi biliyorlardı. Ama şimdi bunları düşünmenin hiç ama hiç de yeri değildi. Çünkü sancılar oldukça sıklaşmış ve doktor çağırılmıştı.



4

Doğumhaneye yürüyerek ve eşinin elini sımsıkı tutarak girmiş, yüzü gözü ter içinde kalmıştı. Sancılar sanki bütün vücudunun her zerresine yerleşmişler ve aynı anda veriyorlardı acıyı. Korkacak bir şey yok, diye düşündü kendisine inanmayarak. Endişe etmemek elde miydi? Daha ilk çocuklarıydı. İlk tecrübe. Herkesten dinlemişti kaç kere.

“Nasıl oluyor? Zor mu? Çok acı veriyor mu? Bir şey olur mu?”

Bu sorulara kaç kere cevap bulmuştu. Ama hiçbir cevap şu an ki gibi gerçek değildi. Şu andan ve de şu altında ki doğum yatağından.



5


Eşi, odanın dışında gelen seslere göre yorum yaparak bir ileri bir geri hastane koridorunu voltalıyordu. Ellerini kimi zaman cebine kimi zaman da belinin arkasından birleştirip duruyordu. Bazen elini ağzına götürüp tırnaklarını yiyordu durup odayı dinlerken. Yüreği küt küt atmaya başlamış fakat o bunun bile farkına varamayacak haldeydi.

Sesler bazen kesiliyordu ve bu anlar onun için tam bir işkence oluyordu. Bilememek, orada bulunup hanımının elinden tutamamak onu deli ediyordu. Elleriyle terini silip duruyordu. Yumruğunu sıkıyor, gözkapaklarını sıkıca kapıyor ve o anın bitmesini bekliyordu çaresizce. Sesler yine gelmeye başlayınca hemen yumrukları gevşiyor ve bir ohh çekiyordu. Ne bitmez bir andı onun için. “Kim bilir birtanem nasıl acı çekiyor içeride.” diye düşündü.



6

Aklına başka bir şey gelemez olmuştu. Yaklaşık yarım saat geçmişti. Artık sesler duvarlarda yankılanıyordu. Etrafında ki arkadaşlarını bile, yüzlerine arada sırada bakmasına rağmen tanımıyordu. Sanki karanlık bir gecede uçan pervaneydi. Dizlerini bükmüş ve yere oturmuş, başı avuçlarının içinde duruyordu köşede. İçeride hanımının sesi ve ona teselli vermeye çalışan hemşirelerin sesleri bir ara tümden yok olmuştu.
İşte o an, son nefesleri, hem eşinin hem de kendisinin ağzından dışarıya son kez ‘karı-koca’ olarak çıkmıştı. Artık “anne-baba”ydılar.

Bir ince kulak okşayan ağlama sesi eşlik ediyordu şimdi gülerken ağlamalarına. Boncuk boncuk gözyaşları nasıl da akmıştı her ikisinden de o gün. Ama ne kadar da mutluydular ağlarken. Ne kadar da mesut ve bahtiyar.

Küçücük ayakları avuçlarında neredeyse yok oluyordu. Ne kadar da küçüktü. Anne şefkatiyle sarıldı kızına. Kendinde bir parçaydı içinde, şimdi yüreğinden bir parça oluvermişti kızı. O pespembe yüzü ve daha açmayı bile beceremediği gözleriyle şimdi koynundaydı bebeği. Saadeti yaşamışlardı o gün ilk defa “Anne-Baba olarak.



7

Herkes pastasını ve çayını alarak bir köşeye çekilmişti. Çocuklar hediye olarak verilmiş oyuncaklarla oynarken anne-baba beraber, elleri tutuşmuş olarak biricik kızlarına bakıyorlardı.

Doğum günü pastasının arta kalmış bir parçasının üstünde tekrar yakılmış mumu seyrederek, o hastane odasında nasıl da mum gibi eridiğini ve bir can kendisinden doğarken aslından o acılar içinde nasıl tekrar doğduğunu hatırlamıştı anne.

‘’İkimizin doğum günü bugün kızım. Senin bu dünyaya ilk gelişin ve benim dünyaya seni görerek yeniden gelişimdi. Seni seviyorum kızım’’ dedi kimseye duyurmadan yüreği.


Ahmet Alp Altay
 

Türkiye’nin ilk webmaster forum sitesi iyinet.com'da forum üyeleri tarafından yapılan tüm paylaşımlardan; Türk Ceza Kanunu’nun 20. Maddesinin, 5651 Sayılı Kanununun 4. maddesinin 2. fıkrasına göre, paylaşım yapan üyeler sorumludur.

Üst