İyinet'e Hoşgeldiniz!

Türkiye'nin En Eski Webmaster Forum'una Hemen Kayıt Olun!

Kayıt Ol!

Antika İntikam (Ahmet Alp Altay)

ahze21

0
İyinet Üyesi
Katılım
26 Nisan 2008
Mesajlar
14
Reaction score
1
Yorgundu, hem de çok yorgundu. Günün en soluk zamanı alacakaranlıkta, kaldığı otele doğru adımlıyordu sokakları. Ayakkabı satışı için geldiği bu şehirde yabancı ve tek başına kalmıştı. Elindeki çantası, üstündeki ceketi ve boynundaki kravatı sabahtan beri öyle ağırlaşmışlardı ki, sanki artık tonlarca yük taşıyordu. Adımları seri değildi ve iyiden iyiye yavaşlıyordu. Günün vermiş olduğu stres ve baş ağrısı şimdi el ele vermişler onu aradan çıkarmaya çalışıyorlardı. Ani bir hamleyle, boştaki elini kullanarak kravatını, düğüm yerinden asılarak, çekip gevşetmeye çalıştı. Öfkeyle kalkan zararla oturur, ensesinden gelen acıyla beyin hücreleri bir anda elektriklenmişti. Kravat sürtünmeyle yakmıştı ensesini. Şimdi, neredeyse kulaklarından dumanlar çıkıyordu. Öfke deliye döndürmüştü. Kendi kendine biraz söylendi ama çok geçmeden yaptığı hareketlerin çevreden tepkiye sebep olabileeceğini düşünerekten etrafına bakındı. Kendisi gibi bitkin, günün yorgunluğundan süzülmüş vücudları bir süre temaşa etti. Nafile heyecanlanmıştı. Kimsenin kimseyi farkettiği yoktu. Fakat, birden hayatında görebileceği en güzel şeyi görmüştü. Gözlerine inanamadı ve bir iki oğuşturup tekrar aynı yöne baktı. Evet, oydu. Yıllarca aradığı ve artık bulma umudunu tamamen yitirdiği o fevkalade eser gözlerinin önünde, ona göz kırpar gibi, spot ışıklarının altında, ışıl ışıl parlıyordu.
Bilinçsizce, araba farlarının ışıkları karşısında hipnoz olan tavuklar gibi donakalmış mağazanın önünde buldu kendini. Camekân karşısında kendi yansımasına bakan güzellik budalaları gibi, göz kapakları hafifçe kısılmış ama ağzı, tam tersine hafifçe aralanmış bir vaziyette arzı endam ediyordu. Camekânın ışıkları aniden kapanınca kendi yansımasıyla kalakaldı. O garip haldeki simasını görünce bir an afalladı ve hemen kendine gelip ağzından akan suları içine çekti. O ne garip haldi ya Rab! Utanmıştı o duruşundan.
Üstüne başına çeki düzen verip kapanmakta olan antikacı dükkanından içeriye, sanki bir mabede girermişcesine eğilerek ve sağ ayağıyla adım attı. Arkası dönük etrafı toparlayan ve dükkanın sahibi olduğu belli olan şahısa hitaben “Beyefendi” dedi. Adamın umursamaz bir tavırla dönmesi ve simasını görmesiyle irkilip, bir iki adım gerilemesi bir oldu. Adamın çehresi, saçı, sakalı birbirine girmiş, balta girmemiş ormanlardan biraz hallice hava veriyordu. Yüzündeki siyah kıllar, beyazların hükümferma olmasından sonra yorgun ve bitkin başlarını diplere doğru döndürmüş olmalılar ki görünmüyorlardı.
- Kapalıyız.
- Bir iki dakika lutfetseniz.
- Kapalıyız efendi.
- Şu camekânınızdaki “gelin mesi”yle ilgileniyordum. Ne kadar istiyorsunuz?
Antikacı kaçamayacağını anlamış olmalı ki:
- Hadi bu seferlik sizi kırmıyayım, dedi ama derken yüzünde hafif tonlu bir tilkilik ifadesi belirmişti. Bu ifade yıllardır aşina olduğu bir şeydi.
Adam camekândan gelin mesini alarak üstündeki tozları derin bir hoca edasıyla üfürdü. Sakalları bir anda dost bulmuşcasına sevinerek yapıştılar uçuşan taneciklere. Önlüğünün ucundan tutarak, içinden cin çıkaracakmış gibi ovaladı mesi. Şimdi biraz da olsa yeni gibi olmuştu. Sonra ellerinde tuttuğu şaheseri uzatarak:
- Çok bir şey istemem, canım efendi, dedi.
Uzatılmış olan mesi elleriyle, kutsal bir kitabı alır gibi nazikçe kavradı. Ne narin bir edası vardı! Annesinin evlilik fotoğrafında, bindallının altına, narin ayaklarına giydiği o meslere aşık olmuş ve yıllarca aramıştı koleksiyonuna katmak için. Annesi, onun bu merakını ayakkabıcı olmasına vermiş ve “ A oğlum! Keşke saklasaydım da verseydim sana onları.” diye defalarca söylemişti ama bu sözler onu daha da aşkın etmişti. İşte bu şaheser, hayallerinin koleksiyon parçası şimdi ellerindeydi. Ayakkabı mağazasındaki eski , nadide ayakkabıların arasındaki en mümtaz yeri verecekti ona. Mutluluktan öteydi yaşadığı. En ince dikişlerine kadar, haz ala ala inceledi. Arkasında, topuğun hemen üstünde, o zamanlar eşeği veya atı yürütebilmek için takılan demir çıkıntıda mevcuttu. Evet orijinal bir gelin mesi vardı elinde.
Bir süre koynuna alır gibi tuttu. Dükkan sahibi şaşkın bir eda ile onu izliyordu. Bu hallere pek de yabancı değildi. Çoğu koleksiyon meraklısı burada bu duruma düşmüştü. Hatta başka yerlerde kendisi de.
- Kaç para istiyorsunuz buna?
- Efendi, çok değil; yalnız 800 istiyorum.
Fiyatı duyunca aparkat yiyen boksörler gibi sersemlemişti. Tamam, elindeki nadide bir eserdi ama bu fiyat da çok uçuktu. Pazarlık yapmalıydı. Hem pazarlık sünnetti:
- 500 olmaz mı?
- Olmaz.
- 600?
- Olmaz. 800 dedik, bre.
- Haydi, 700 e anlaşalım o zaman.
- 800 den bir kuruş aşağıya inmem, bre. Bu saatte benimle pazarlık yapacaksan kapatayım ben, sen de git.
Çaresiz kalmıştı. Adam bir anda hareketlendi ve elindeki meslere uzandı. Artık başka hal çaresi kalmamıştı ve ne yazık ki bu fiyatı kabul edecekti. Mesleri daha da sıkı tutarak adamdan uzaklaştırdı ve fiyatı zoraki kabul ettiğini belirtti.
Antikacı yüzündeki memnuniyet ve kurnazlığın oluşturmuş olduğu bir garip ifadeyle mesleri paketlemiş, parayı da kredi kartıyla tahsil ettikten sonra tekrar bizimkine uzatmıştı. Bizimki, uzun zamandır aradığı parçaya sahip olmanın zevkiyle hemhal olacağına içine bir asabiyet dolmuştu. Elindekine herşey değerdi ama böyle kazık yer gibi satın almamalıydı. Adamın yüzündeki sinsi memnuniyet ifadesini gördükçe daha da bir asabi oluyordu. Neredeyse , utanmasa bir de kandırdı diye kıkırdayarak gülecekti. Elleri ayakları titremeye başlamıştı. Kapıya doğru sendeleyerek ancak gidebilmişti. İntikam almalıydı. Burnundan solumaya başlamıştı ki beyninde çakan şimşek herşeyi aydınlattı. Geriye dönüp antikacıya bıyık altında bir bülücük atıp:
- Ben bunları yıllardır arıyordum. Sen 800 değil 8000 bile istesen ben bunları alacaktım. Ucuza kapattım. Haydi hayırlı işler, diyerek o mabet gibi girdiği dükkandan sanki heladan çıkarmış gibi yine sağ ayanın üzerine basarak kapıdan çıkıp gözden kayboldu.
Aradığı esere sahip olmanın dayanılmaz hafifliğini, antikacının içine daha fazla para kazanma şansını kaybetmiş olduğu vesvesesini atarak, şimdi yüreğinde daha da bir yaşıyordu.
Antikacının önünden o gece sabaha kadar geçen insanlar dükkanın ışıklarını yanık ve kapısını açık gördüler. İçeride, başını ve sakallarını devamlı surette kaşıyıp kanatan antikacıyı ise kimse göremedi.

AHMET ALP ALTAY
 

Türkiye’nin ilk webmaster forum sitesi iyinet.com'da forum üyeleri tarafından yapılan tüm paylaşımlardan; Türk Ceza Kanunu’nun 20. Maddesinin, 5651 Sayılı Kanununun 4. maddesinin 2. fıkrasına göre, paylaşım yapan üyeler sorumludur.

Üst