Keyifle izlediğim ender maçlardan biri.
Normalde, ya sigaramdan bir fırt çekerken boğazıma diziliyordu ya da sigaramdan rahat bir fırt çekip, tam çayımı yudumlarkan diziliyordu. Ama bu sefer demliği bitirdim, paketi bitirdim, tek bi tane bile öksürme; örselenme olmadı bünyemde. Ben de şaşırdım, doktorumu falan aradım. Tam o sırada Aurelio gol kaçırdı, doktor sövmeye başladı Aurelio'ya, kapattım telefonu.
Neyse, çok güzel bir maçtı. Özellikle gol harikuladeydi; hazırlanış, pas, orta, şut ve ağlarla bütünleşmiş bir top. Ayağa kalkıp "yeaaaaaah" diye bağırdım. Peki neden "yeaaah"? Çünkü ingilizler böyle bağırıyor gol olunca ve süper bir ses çıkıyor. Ben de kendimi alıştırıyorum "yeah" demeye. Alt komşu çıktı hemen yukarı, "evinize ingiliz misafir geldi sandım" dedi. Tam o sırada Roberto Carlos'un şutu direkte patladı, komşu direklere sövmeye başladı. Kapattım kapıyı, maça devam.
Sonra, Emre Tilev faktörü vardı. "Cambiosso", "Cambiossa", "Canbiossa" dedi. Bir an "Can bir olsa" diyecek, ardından da "gelin canlar bir olalım" sözünü hatırlatacak sandım. Ama yapmadı, ukte oldu bende. Sonra, "şans perisi fenerbahçe'ye gelmeli" dedi, "beyonce" dedim hemen! Beyonce gelecek ya, peri gibi hatun dedim. Bir baktım, Volkan atladı topa, maç bitti. Zil çaldı. Bir baktım, doktorum ve alt komşum gelmiş. Biri Aurelio'ya sövüyor, diğeri direklere. Sonra karşı dairede oturan o müthiş tatlı, harika güzellik çıktı. "Fenerbahçe kazandı oleey!" dedi. Bir an gaza gelip, bana sarılacağını düşündüm. O sırada babası çıktı, "ne koyduk ama ahahaha spagetti yapmayı öğrettik italyanlara" dedi. Etti yani romantizmin içine. Sonra geldim, iyinet'i açayım, iyi niyetli olayım diye düşündüm. Sonra da geldim bunu yazdım işte.
Tebrikler Fenerbahçe, duygusal dünyamın içine etmiş olsan da...