İyinet'e Hoşgeldiniz!

Türkiye'nin En Eski Webmaster Forum'una Hemen Kayıt Olun!

Kayıt Ol!

Dünya Engelliler Günü - SİHİRLİ PENCERE

ahze21

0
İyinet Üyesi
Katılım
26 Nisan 2008
Mesajlar
14
Reaction score
1
1
Daha da mutlu açıyordu artık ışıldayan gözlerini güne. Yavaşça kıpırdatmaya ve hareket ettirmeye başladığı vücudunun uzuvlarını tetkik ederek annesine sesleniyor, daha sonra onun o mütebessim çehresini hemen görebilmek için, hafif aralık kapıya bakıyordu. Çok geçmeden muradına eriyor ve annesinin şefkatli kollarına, o sımsıcak kucağına bir kuş gibi konuyordu. Ana kucağı onu sımsıcak sarmalıyor ve oğlunun asıl gayesi olan mekâna; o devamlı müdavimi olduğu pencerenin hemen önünde, onun için hazırlanmış olan koyu kahverengi koltuğa usulca bırakıyordu. Rahat edebilmesi için de sağına ve soluna minderler yerleştirilmesi artık adet olunmuştu. Yaklaşık bir haftadır evde görünen manzara buydu. Odasından çıkarılıp da pencereyi gördüğünde çehresinde oluşan aydınlık ve sevinç apaçık görülüyor, içi içine sığmıyor ve vücudunun büyük bir haz sarmalıyordu. Onun bu saadetini gören ailesi ise bütün gününü o pencerenin önünde geçirmesine razı oluyordu. Öğünlerini, pencereden kuşların ara sıra toplanıp havada dans etmelerini seyrederken yapıyor, derslerine çalışmasını ve oyuncaklarıyla oynamasını da yine bu büyük pencerenin önünde yapıyordu. Yaşıtı çocukların seyretmek için çığlıklar atarak ağlaması sonucunda izin verilen çizgi filmler, onun için hep açık olan televizyondaki çocuk kanalında boy gösteriyorlardı. Ama o çoğu kez hemen evlerinin önünden geçen insanları seyretmeyi tercih ediyordu. Akşamları ise yorulan gözlerini, dinlendirmek için kapattığında, o sevdiği koltukta hemen uyuya kalıyor, anne veya babasının kucağında yatağına götürülüyordu.
Evet. Yaklaşık bir haftadır evdeki vaziyet buydu. Öncesinde ise evde kâbus yaşanıyordu.


2
Sabahları uyanmak istemiyor, inadından yorganı yüzüne kadar çekip sımsıkı tutuyordu. Neredeyse öğlene kadar uyuyor ve günün diğer saatlerini tek başına odasında geçiriyordu. Ne diller dökülüyor neler vaat ediliyordu ama bana mısın demiyordu. Devamlı somurtkan bir yüz anne ve babasının da ruhi dünyalarını mahvediyordu.
Peki buna sebep neydi?
Karı koca ilk çocuklarının olacağını duyduklarında ayakları yerden kesilmiş, neredeyse mutluluktan kanat takıp uçacaklardı. Bu saadetlerine bir ultrason kontrolünden sonra veda etmek zorunda kalmışlardı. Doğacak bebekleri sakattı. Doğumdan sonra anneye kundaklanarak verilen bebek olması gerekenden daha da küçüktü. Yeni anne, kundak içinde yavrusunun o temiz, apak simasını görünce yüzü canlanmıştı ama kundağı biraz daha açtığında o güleç yüzlü sabinin iki kolunun ve de iki bacağının olmadığını görünce çığlıklarına kimse engel olamamış, kucağından almak zorunda kalmışlardı. Zavallı, yaralı koca da, gözyaşlarını saklamaya çalışarak, uzun süre onu sakinleştirmeye çalışmıştı.
Yavru büyüdükçe muhakemesi de gelişmiş ve durumunun farkına varmıştı. Her işinde yardıma ihtiyacı olan çocuk, arkadaş da edinemiyordu. Vaziyetini idrak ettikçe tahammül gösterememeye ve davranışlarında agresifliği adet edinir hale getirmesine sebep olmuştu. İnsanların kimi acıyarak kimi ise iğrenerek balkıyordu ona. Bu bakışlar kendisini kafeste yaşayan bir mahlûkatmış da seyirlik olmuş gibi hissettiriyordu. Anne ve baba için, insanlardan olabildiğince uzak tutmak tek çare gibiydi ve onlar da bunu yaptılar. Artık, ailesinin onu mutlu etmek için gösterdiği her çaba da nafile çıkıyordu. Kendini tamamen soyutlamış, anne ve babasının onun için özel olarak tutmuş oldukları öğretmene bile görünmek istemiyordu. Ta ki bir hafta öncesine kadar…


3
Bir hafta önce babası birinci kattaki evlerinin, en işlek yol tarafındaki penceresini değiştirmek için bir usta tutmuştu. Yeni pencere, uzun gürültü ve patırtıların sonunda çok hoş olmuştu. Camı daha bir saydamdı ve bulutlar ise asıl renklerine şimdi sahip olmuşlardı sanki. Bu pencereyi oğulları için değiştirmişler ve pencerenin önüne de onun rahat edebileceği bir ortam hazırlamışlardı. Fakat oğulları ikna olmaya yanaşmıyorlardı. Pencere zemin hizasındaydı ve perde de yoktu. Evin önünden geçen herkes onu görebilirdi. Buna tahammül edemezdi. Ufacık yavru küsmüştü bir kez şu dünyaya. İkna güçtü. Bir iki gün televizyonda çizgi film seyretmek için dışarıdan görünmemeye çalışarak, zoraki oturmuştu pencerenin önünde. Nihayetinde ise babası “Bak, benim güzel oğlum. Seni görmelerine rağmen kimse sana rahatsızlık verir gibi bakmıyor. Bu pencere sihirli. İçeriyi çok ama çok güzel gösteriyor. İstediğin kadar bak. Dışarıdakileri seyret. Onlar da seni seyretsinler.” Bunu duyunca bir iki tecrübe etmiş ve babasının söylediklerinin gerçekliğine inanıvermişti. O kadar geçen insan içeriye bakıyor ama onun o garip haliyle ilgilenmiyorlardı. Hatta bazıları ona doğru bakarak gülümsüyordu bile. Çekingen bakışları artık büyük bir cesaret yüklüydü.
Şimdi pencere, ona rahatlık veren, onun derdinden anlayan ve insanları ona, onu da insanlara güzel gösteren sihirli bir âleme geçiş kapısıydı. Dışarıya baktıkça siması parlamaya, gülücükler kuşlar gibi yüzünde yuva yapmaya başlamıştı. Aile, artık tamamen huzuru solukluyordu yavrularının mutluluğunda.


4
Bir gün, kendine güvenmeye başlayan oğullarına, anne baba küçük bir gezi teklif etti. Biraz tereddüt eden çocuk pencerenin ona vermiş olduğu cesareti içinde hissedince, kabul etti. Artık rahat olabilirdi. İnsanlar rahatsız ederek bakmıyorlardı. Onu dışlamayacaklardı da. Belki arkadaş bile edinebilirdi. Ha pencerenin arkasında, ha önünde. Artık endişe edeceği bir şey kalmış olamazdı.
Küçücük yüreği bir güvercinin kalbi gibi hop hop atıyordu. Heyecanını yenemiyordu. Babası kapıyı açınca içeriye bir ışık huzmesi doldu. Güneş pırıl pırıl parlıyordu. Babası yavaşça tekerlekli sandalyesini dışarıya iteledi. Sandalyenin tekerlekleri çok yavaş dönüyordu. Etraftaki insanlar onu fark etmemişlerdi henüz. Çehresindeki endişe hafif bir tebessüme dönüşmeye başlamıştı ki, önlerinden geçen bir adamın ona doğru başını çevirip “Vah, vah!” dediğini duydu. Onu duyan bir başka ikili de başlarını çevirdiler ve şaşkınlıkla çehrelerini, limon yemiş gibi, ekşitip, buruşturdular. Ötede oynayan çocuklar, elleriyle onu işaret ederek aralarında konuşuyorlardı. Gökyüzünü bir anda kara bulutlar sarmış ve kulaklarını sağır edecek gök gürültüleri patlıyordu sanki. Yaşadığı saadet bir anda dehşete dönüşmüştü. Bütün vücudunu saran titreme onun soğuk terler dökmesine neden olmaya başlamış. İnsanların bakışlarından hissettiği utanç, sandalyesinin içine gömülmesine sebep olmuştu. Ama bu nasıl olurdu? Şu sihirli pencere ona yalan mı söylemişti. Başını ani bir hamleyle büyük penceresine çevirdi. Küçük bir çocuk tekerlekli sandalyeye oturmuş babası tarafında gezdiriliyordu. Gördüğü kendisiydi. Anne babasının pencereye taktırmış oldukları cam; sokağa bakan tarafı insanlara kendilerini gösteren, bir aynaymış aslında. Gözlerini çaresizce babasına çevirdi. Babasının şefkati yüreğinden simasına aksetmişti. Titreyen dudaklarıyla bakıp, daha fazla dayanamayıp gözyaşlarına boğuldu. Babası çaresizliğin zirvesinden oğlunu seyrediyordu…

AHMET ALP ALTAY
 

Türkiye’nin ilk webmaster forum sitesi iyinet.com'da forum üyeleri tarafından yapılan tüm paylaşımlardan; Türk Ceza Kanunu’nun 20. Maddesinin, 5651 Sayılı Kanununun 4. maddesinin 2. fıkrasına göre, paylaşım yapan üyeler sorumludur.

Backlink ve Tanıtım Yazısı için iletişime geçmek için Skype Adresimiz: .cid.1580508955483fe5

Üst