H
halilarici
Misafir
PKKlı Dilaram (29), 1991de dağa çıktı. Örgüt eylemlerinde yer aldı. Kalaşnikofuyla, roketatar ve el bombasıyla kaç kişi öldürdü, bilmiyor. 1996dan itibaren Kandil Dağındaki PKK radyosunda çalıştı. 2003te üç arkadaşıyla birlikte ölümü göze alarak PKKdan kaçtı. Üç yıldır Irakta yaşıyor. Kendisi gibi PKKdan kaçan kadınlara ulaşması zor olmadı.
O güne kadar hiç konuşulmayan, üstü örtülen gerçekler, bu buluşmalar sırasında karşılıklı itiraf edildi. PKKdayken bire bir tanık olduğu, birinci ağızlardan öğrendiği Abdullah Öcalan ve komutanlarının tecavüzleri ile örgüt içi infazları yazmaya karar verdi. Anı-roman olarak yazdığı kitabın adı, Özgürlüğe Kaçış.
Dilaramla Irakta görüştüm. Kendisi gibi, örgüt bulduğu anda öldürecek dediği 100 eski PKKlıyla diyalog halinde olduğunu öğrendim. Irakta bulunduğum beş günde 14 kadınla tanıştım, bazılarıyla kitapta geçen olayları konuşma imkanı buldum.
İçlerinden sadece dördü yüzlerini gizlemek kaydıyla fotoğraflarını çekmemi kabul etti. Abdullah Öcalanla birlikte olduğunu anlatan iki kadın da sadece konuşmayı kabul etti. Biri Öcalanın dayağına ve üç kez tecavüzüne maruz kalmıştı. Diğeri ise başkanına itiraz etmeyi aklından bile geçirmemişti.
Onları dört gün ve gece boyunca, gaz lambasının aydınlattığı soğuk bir odada sabahlara kadar dinledim. Sokakta yankılanan ayak seslerinin PKKlıya ait olup olmadığını nasıl anladıklarına, nasıl tedirgin olduklarına tanık oldum.
Hepsi, PKK ve Öcalandan nefret ediyordu.
Bingöllü Sorgûlün PKK idam mangası tarafından kurşuna dizilirken söylediği ağıdı hep bir ağızdan ve ağlayarak söylediler. Türkiyeyi, köylerini, anne babalarını, kendileri dağa çıktıktan sonra doğan kardeşlerini özlemişlerdi. Ama hiçbiri itirafçı olmak istemiyordu.
Hepsi Cumhurbaşkanı, Başbakan ve İçişleri Bakanından af bekliyordu. Hepsi Öcalanın 1999da yakalanmasından sonra PKKdan kopan 5 bin kişinin çıkacak bir af kanunuyla Türkiyeye döneceğine, iyi vatandaş ve iyi anne baba olacağına inanıyordu.
Kadınların çoğu, örgütten birlikte kaçtığı erkek arkadaşıyla evlenmişti. Çocuklarına; Barış, Özlem, Umut adını vermişlerdi. Artık vatandaşı oldukları Irak topraklarında hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
Hepsinin ortak korkusu, PKK tarafından infaz edilmekti. Hepsi kararlıydı. Silah mı, Kürdistan mı? Asla! Bu kadar kandırıldık, bu kadar ihanete uğradık. Bir daha asla tetikçi olmayacağız.
Dilaram, PKK tarafından öldürüleceğini bile bile yazdığı kitabında geçen ve hálá sağ olan arkadaşlarına PKKdan bir zarar gelmesin diye kod adlarını değiştirdi. Röportaj sırasında bana da örgütte bilinen kod adlarını değiştirerek konuştular.
Dilaram, şu günlerde bitirmek üzere olduğu kitabını başta Kürtçe yazmaya başladı ama sonra Türkçe devam etti. Çünkü kitap Türkiyede yayınlansın istiyor.
Neden dağa çıktınız?
- 1991 baharıydı. 13 yaşında, kıpır kıpırdım. Bir gün ablamla dağa pancar toplamaya gittik. PKKlıları ilk o zaman gördüm. Kadınlar da vardı. Önce korktum. Çünkü köylüler onlar için dağdaki mahkumlar, diyorlardı. O an, kaderimin değişeceği yer burası, dedim. Mutlaka onlarla olmalıydım. Tarihini okumuştum ama Kürdistan neresi, bilmiyordum. Babam, yaşadığımız köy, derdi. PKKlılar Kürdistan için savaşıyoruz. Siz niçin bize katılmıyorsunuz dediler. Akşam dönüşte düşündüm. Anneme, dağdaki mahkumlara katılacağımı söyledim. Sonra köye gelip bayrak açtılar. Muhtarın evinde toplandılar. O gün kararımı verdim. Nöbetçi PKKlıya ben de geliyorum, dedim. Yaşın küçük, dedi. Amcamın oğlu Weladla katıldık. Welad sonra mayına bastı, öldü.
Aralarına katıldığınız ilk gün neler oldu?
- Evden gizlice kaçmıştım. Altınlarımı, en güzel, rengarenk elbiselerimi, çoraplarımı yanıma almıştım. Bir de babamın en güzel kalemlerini, misafir odasının duvarındaki heybeyi ve kardeşimin mekabını çalmıştım. Heybeye yiyecek doldurmuştum. Yüküm ağırdı. Benimle alay ediyorlardı. Sarı pembeli giysilerim kilometrelerce öteden seçiliyordu. Kamuflaj nedir bilmiyordum ki. Alacakaranlıktan sabahın 5ine kadar yürüdük. İkinci gün elime Kalaşnikof verdiler. 15 gün sonra babam haber yollamış, kızımı vermezseniz sizi buralarda barındırmam, diye. Babam zengin ve sözü geçen bir adamdı. PKK her ay babamdan 50 milyon alıyordu. Beni amcama teslim ettiler.
Ama tekrar gitmişsiniz.
-
Beyni yıkanmış gibiydim. Babam heder olacaksın dağlarda, dedi. 15 gün sonra halamın, amcalarımın oğullarını topladım, altı akrabamı yanıma alıp tekrar dağa gittim. Sonraları ölen bir doktor vardı, Kendal. Başkanın Abdullah Öcalan olduğunu söyledi. Anlattı şöyle böyle, peygamber diye. Kafamda hayal ettim Öcalanı. Elini uzatsa güneşi tutabiliyordu. Ayağa kalktığında dağlar, ayaklarının dibinde olacaktı. İlk aylarımda kafamda Apoyu uçan mitolojik bir karakter olarak çizdim. Mantıklı düşünecek yaşta değildim. Köyden çıkmış, ilkokul mezunu bir kızdım. Ancak böyle hayal edebildim. 13 yıl boyunca hep önderlik gerçeğini yani Aponun çocukluğunu, babasına isyanını, hayatını öğrettiler.
Abdullah Öcalanla karşılaştınız mı?
- Onlara katıldığım yılın sonbaharında Bekaa Vadisine eğitime gittim. Apo akademide kalmıyordu. Evi Barliyadaydı. Merakla mitolojik kahramanı görmeyi bekledim. Apoyu ne kadar tanrılaştırırsam, örgüte o kadar bağlanmış olacaktım. Beni tembihlediler. Ne kadar hakaret ederse etsin, doğrudur başkanım, diyeceksin dediler. Bekliyordum, hayatımdaki en önemli insanı görecektim. Apoyu görenler bayılırmış. Ben de bayılmaktan korkuyordum. Derken elli M16lı koruma ordusuyla geldi. Aramızda neden korunduğunu anlayamadım. Açık havada, Bekaada tek sıra halinde diziliydik. Afganistan komünistleri, Ermeniler, Avrupadan gelenler de vardı. Apoyu görünce çok şaşırdım. Hiç hayalimdeki lider tipine benzemiyordu. İriyarılığı idare ederdi ama göbekliydi.
ÊKonuştu mu sizinle?
- Bana ilk söylediği, Senin baban bir alçak, senin baban bir düşman ajanı, senin baban bir reformist, senin evin bir düşman karakolu. Senin kafandaki düşman karakolunu yıkacağız oldu. Öyle bir sevindim ki. Kocaman başkan beni, ailemi tanıyor, dedim. Eğitim bitti, Apo evine gitti. Küfürleri iltifat gibiydi. Şimdi babam ve ailem benim için kutsal ama o zaman emir verseydi git, babanın kafasına kurşun sık, diye, gözümü kırpmadan babamı, annemi yere sererdim. Şimdi silahım olsa kime yönelteceğimi bilirim ama bir daha elime silah almam. Geriye baktığımda o hayatı yaşamadım sanki. O Dilaram ben değildim.
Kaç insan öldürdünüz?
- Bilmiyorum.
Örgüt içinde yargılandınız mı?
- Üç kez. Yönetimle zıtlaştım. Üç gün sosyal tecrite alındım. Kimse benimle konuşmuyordu. Birinde çok zorlanmıştım. 1995ti. Yukarıdan gelen, ayrıcalıklı ve çatışmaya hiç katılmayanlar bize iş buyurup duruyorlardı. Şunu getir, bunu taşı, diye. Hayat çekilmez hale gelmişti. Saldırıya yazmışlardı beni Zagroslardaki. Mektup yazdım. Gideceğim, kafama kurşun sıkıp öleceğim, dedim. Zayıf biri değildim. Her gün ceset görüyordum, yaralı taşıyordum. Ama bu yaşamdan kurtuluşum yoktu. Ölmekten başka çarem yoktu. Mektubu verdiğim arkadaşım sonucu göze alamayıp yönetime vermiş. Telsizle çağrıldık, geri dönün diye. Hemen anladım olanları. Tabur komutanı bana hakaret etmeye başladı. 15 gün tutuklu kaldım. Kimse konuşmuyordu benimle, yemeği ayrı yiyordum. Sonra özür dilediler, tepkili olmayayım diye. Eski kadroların tepkisinden korkuyorlar.
Ayrılmaya o zaman mı karar verdiniz?
- Kendimi bir hiç olarak görüyordum. Dünyalı değildim. Ne mektup, ne haber. Ne anne, ne baba Kaçmayıp ne yapacaktım. Ama nereye gidecektim?
Ne zaman, nasıl kaçtınız?
- 1996dan itibaren savaşa gitmedim. Şemdinlideki yaralanmadan sonra bir yıl yatalak kaldım. PKK doktorları altı kez ameliyat etti. Kandilde radyoda çalıştım. 1999 Ocakında Ecevitin konuşmasını duydum. Bu sırada eğitim veriyordum. Radyonun sesini açtım. İşin ciddiyetini anladık. Bu iş bitti dedik. Sonra rehavet başladı. Örgüt içi sistem, kadına yaklaşım, infazlar tartışılmaya başladı. Bazılarına itibarları, mertebeleri iade edilmeye başladı. Bir yerlere kaçsam, kurtulacağımı düşünmeye başladım. İki kadın, şimdiki eşim dahil iki erkek; dört kişi kaçmaya karar verdik. 21 Nisan 2001 gecesinde İran tarafına kaçtık. Arkamızdan atlarla geldiler ama yakalayamadılar. Gizlendiğimiz yerden gördük onları. Dört yıldır Iraktayız.
Günlük, sıradan yaşama uyumda zorlandınız mı?
- Hálá tek başıma alışverişe gidemiyorum. Yanımda kimse olmadan dışarı çıkamıyorum. Kalabalıklarda başım dönüyor, bayılacak gibi oluyorum. Korkularımdan dolayı herhalde.
Sizi bulduklarında öldürürler mi?
- Onlara karşıt bir pozisyon alırsam, konuşursam elbette.
Kitap yazıyor, örgüt içinde olan bitenleri anlatıyorsunuz
- Bu yazdığım kitaptan dolayı hayatım tehlikede. Birkaç kez karşılaştım onlarla. Henüz yazdığım kitaptan haberleri yok. Burada öldürdükleri insanlar var. İran ve Suriye Kürtlerinden iki kişi örgütten kaçmıştı. Yedi ay önce evlerini bastılar. Kafalarına kurşun sıkıp gittiler. Geçen yıl da PKKdan kaçan merkez komitesi üyesi Sipanı öldürdüler.
Ne yapacaksınız?
- Bilmiyorum. Gidip birilerinden koruma talep etmem. Irakın durumu malum. Yeterince kendi güvenlik sorunu var.
Yazmamanız için baskı yapanlar oldu mu?
- Oldu. Ama eşim hep destekledi. İşin ucunda ölüm var. Fakat sen infaz edilen, tecavüze uğrayan arkadaşlarına kendini borçlu hissediyorsan yazmalısın, diyor. Yazarsam bu psikolojiden kurtulacağımı biliyorum.
Sizin gibi kaçanlar çok mu burada? Hayat şartları nasıl?
- Çok var. Dört yıl önce 300 kişi kaçıp geldi Iraka. Hepsi Kandilden kaçtı. Erkekler çoğunlukta. Kadınlar daha ürkek. O nedenle kadınlar erkeklerle birlikte kaçıyor. Bir kısmı burada evlendi. Kaçanlardan bazıları sınır kapılarında insan kaçakçıları tarafından öldürüldü. Çoğunun yiyecek ekmeği yok.
DİLARAM
BU KİTABI NEDEN YAZDIM?
Kaçarken mayınlı topraklardan geçtim. Yıllarca aynı mevziyi, yemek kabını paylaştığım yoldaşlarım tarafından vurulmayı göze aldım. Yaşadıklarımı, acılarımı bir kenara bırakıp kendi sade hayatımı yaşayacaktım. Ama vicdanım adına, delirdikten sonra infaz edilen yoldaşlarımın gözlerindeki son çaresiz bakışın borcunu ödemek, Apo ve komuta kademesindeki erkeklerin tecavüzüne uğrayan kadınlar için yazmaya başladım. 1992de en yakın arkadaşlarım, PKKnın insanlık dışı gaddar sistemine karşı çıktıkları için, aynı gün mahkeme edilip ertesi gün hepimizin gözleri önünde kurşuna dizildiler. İki avuç toprakla cesetlerinin üstü örtüldü. Sabah gittiğimizde tilkiler, kurtlar tarafından parçalanıp yendiklerini gördüm. Öldürülen her arkadaşımla birlikte benim ruhum ölüyordu. Ben o dağların ardında yaşananları yazıyorum. 40 bin kişi öldürüldü diyorlar. Bir bakın, eski kadrolardan kimse yok. İç infazlar tahmin edilemeyecek kadar kabarık.
RÖPORTAJDAN SONRA GELEN VASİYET
Biliyorum beni öldürecekler
Bu kitaptan sonra beni öldüreceklerini çok iyi biliyorum. Ama benim kaybedeceğim bir şey yok ki. İnsan ölümü aştığında kaybedecek bir şeyi kalmıyor. Ben de ölümü birçok kere aştım. Bu nedenle korkmuyorum. PKKda kendime ait olmamamın acizliğinden dolayı intiharı çok düşündüm. Ama cesaret edemedim, arkamdan korkak, zayıf ve iradesiz kadın, demelerini istemedim. İntiharlar da infazlar kadar çok PKKda. Özellikle kadın intiharları Sana bir vasiyetim var. Eğer bu röportajdan sonra bana bir şey olursa, muhakkak yaz. Onların yanına bırakmayın. Onların birer katil olduğunu bir ben biliyorum bir de onların kendileri. Apo için işlemeyecekleri cinayet yok. Bir de hiçbir yoldaşımın infazına katılmadım, yoldaşıma kurşun sıkmadım, bu açıdan vicdanım rahat, bu da bilinsin.
HABURU AŞSAM TOPRAĞI ÖPECEĞİM
Köye dönmek istiyorum. Annemi, kız kardeşlerimi 15 yıldır görmedim. Babamı almak için geçen yıl sınıra gittim. Ülkeme uzanan uzun yolları solumak için ağladım. Yıllar sonra ilk kez Türkiyeye giden yolları gördüm. İçimde bir ses, git, ucunda ölüm olsa bile git, ülkende yaşa, dedi. Ben Türk düşmanı değildim, ülkeyi bölmek gibi bir hayalim yoktu. Durumum netleşecekse, hapse girmeyeceksem gelirim. Örgüt üyeliğinden aranıyorum. Dön çağrısına güvenmediğim için gelmedim. Af çıkarılırsa İbrahim Halili (Habur) aştığımda toprağı öpeceğim. Türkiyede işlenmiş bir suçum yok. Türkiyeye hiç inmedim, orada kimseyi öldürmedim. Bir gün döneceğimi biliyorum.
TECAVÜZE UĞRAYAN ŞIRNAKLI EVİN ÇILDIRIP KAYALARA TIRMANIYORDU
Evin, çok güzel, fakir bir köylü kızıydı. Masmaviydi gözleri. Gece yarısı nöbette PKKlı bir komutan tecavüz etti. Akli dengesini kaybetti. Çok tedavi gördü, elektrik şoku verildi. Gece yarısı oldu mu kızcağız çıldırıp kayalara tırmanıyordu. Herkes biliyordu. Tecavüzcü, Irak Kürdüydü. En sonunda Evin kaçtı ama kaçarken de mayına bastı. İki bacağını kaybetti. Köylüler bulup ailesine teslim ettiler. Evin, örgüt içindeki kadının trajik öyküsüdür.
SON BEŞ YILDA BEŞ BİN KİŞİ PKKDAN KOPTU
Türkiyede af çıkarsa PKK çözülür. Çok insan yararlanır bu aftan. Herkes evine dönmek, yeni bir hayat kurmak istiyor. Burada tanıdığım o kadar çok insan var ki. Af çıksa PKKnın içyüzü ortaya çıkar. Toplum rahat nefes alır. İtirafçılık olursa insanlar zarar görürler, kimse kimseye güvenmez. Af çıkarsa kimi köyünde çiftçilik yapar, kimi ailesine döner. Son beş yılda 5 bin kişinin PKKdan koptuğunu biliyorum. Hepsi Avrupada değil. Kimi kayboldu, kimi kaybettirildi, kimi bulaşıkçı, kimi inşaatçı, kimi tuvalet temizliyor. Iraktakilerin özel korunması durumu yok. Zor durumdalar. Memlekete gitmek isteyip de gidememek büyük çöküş. ODTÜ mezunu ama burada inşaatta çalışıyor. Bunları kazanmak, Türkiyeye kazandırır.
BİRBİRİMİZE O KADAR DÜŞMANDIK Kİ BAŞKA DÜŞMANA İHTİYACIMIZ YOKTU
Artık hiçbir şey ve insan uğruna o hayatı bir daha yaşamam. Öcalana tapmıştım. İnsanlar yaşadıkça akıllanıyor. Onun (Abdullah Öcalan) kurduğu sistemde birbirimize o kadar düşmandık ki başka düşmana ihtiyacımız yoktu. Birbirimizi yok etmek için psikolojik savaş, hakaretin haddi hesabı yok. Kadınlar arasında yapılmadık hakaret, dedikodu, ayakoyunu, kariyer uğruna insanları kullanma kalmamıştı. Yazdığım, herkesin öyküsü. Bana iyi davranmazsan, karşında ateş topu olurum.
Bize Apo tecavüz etti
BİRİNCİ KADIN
Şiddet kullanarak tecavüz eden Apodan intikamımı komutanlarıyla yatarak aldım
Öcalanın Şamdaki evine Yoğunlaştırma Evi denir. Yoğunlaştırma Evine bakire, genç ve güzel kadınlar alınır. Vahşi, çöl güzeli kızlardan hoşlanırdı ama sarışınlara daha çok ilgi duyardı. Ben de Yoğunlaştırma Evine çağrıldım. Apo bir gün beni masaja çağırdı. Gittim, ılık su dolu leğendeki ayaklarını yıkadım. Hani köy ağaları gibi. Beni azarlamaya başladı, bilmiyorum diye. Sırtüstü uzandı, şimdi bütün vücuduma, dedi. Anladım neler olacağını. Çünkü cinsel istek uyandığını gördüm. Soyun, dedi. Soyundum. İç çamaşırlarını da çıkar, dedi. Ayağa kalkıp sarılıp sıkınca korktum. Kendimi savunmak için Apoya vurdum. Üç yumruk attı yüzüme ve kafama. Küfretti bana. Düşkün, fahişe, rezil kadın. Seni özgürleştirmeye, tabulaştırdığın zincirleri kırmaya çalışıyorum dedi. Titrediğimi görünce kovdu beni. Sen Kesiresin. Beni onun gibi yok etmek istiyorsun. Sen köle kalacaksın! diye bağırdı. Ama bu daha ilk denemeydi. Dışarıda bekleyen tecrübeli kadınlar, beni psikolojik olarak hazırlama toplantısına çağırdı. Ağladım. İçlerinden biri, Osmanlı Sarayındaki Valide Sultan gibiydi. Beni azarladı. Başkan bizi özgürleştiriyor. Sen özgürleşmek istemiyor musun? Başkana erkek gözüyle bakıyorsun. O başkan, o zincirlerimizi kıran bir peygamber. Beni akşam yemeğinden sonra yine çağırdı Apo. Bu kez çözümsüzdüm. Kime derdimi anlatacaktım? O ana kadar ölüme hiç bu kadar yaklaşmamıştım. Bekaretimi aldı. Sonraki günlerde iki kez daha sevişti benimle. Ben de Öcalandan intikamımı komutanlarıyla yatarak aldım. Çünkü beni gönderirken dağa, Sakın bir erkekle ilişkini duymayayım. Benim yetiştirdiğim kadınlar, hiçbir erkekle ilişkiye girmemeli, sonuna kadar bana bağlı kalmalı dedi. Beni infaz etmemelerinin nedeni, Öcalanın evinde kaldığım için rütbe verilmesi. Bu yüzden dokunmadılar bana.
İKİNCİ KADIN
Meğer özel kadını değilmişim
Ben de Aponun Şamdaki Yoğunlaştırma Evinden geçtim. Ben direnmedim, karşı koymayı aklımdan geçirmedim. Apo, benimle birlikte olduktan sonra çok vaatlerde bulundu. Kendimi hep onun için özel, başkanın kendisiyle birlikte olmaya layık gördüğü kadın sandım. Çok safmışım. Güya gözdesiydim, ayrıcalıklıydım. Yıllarca böyle sandım. Haber geldi, başkan beni Suriyedeki evine çağırıyordu yine. Hazırlandım. Heyecanlıydım. Yolda baktım, başka kadınlar da katıldı. Hepsi de güzel ve gençti. O uzun yolculukta birbirlerine anlattıklarına inanamadım. Çok sarsılmıştım. Bir mola sırasında su içeceğimi söyleyip kaçtım. Dağa döndüğümde bana bir şey yapmadılar. Ne de olsa başkanla yatma şerefine nail olmuş ayrıcalıklı bir kadın komutandım.
Tanıklar anlatıyor
KADINLARI KADINLAR KURŞUNA DİZİYORDU
Bir insanın doğasına, benliğine aykırı davranması ne kadar zorsa, PKKda kadın olmak da o kadar zor. Çok doğal bir kahkaha, bir erkeğe bakış, bir söz ya da davranış, Kadınlığını pazarlıyor töhmeti altında kalmak için yeter. Kendimizi hep baskı altına alıyorduk.
Erkek işbirlikçisi deyimi, PKKda son yıllarda çok yaygındı. Yukarıdan gönderilen bir kavram. Omuz omuza verdiğin erkek arkadaşlarınla samimi olursan bu suçlamaya maruz kalırsın. Cezası ölüme varacak yaptırımlar uygulanır. Ama kadınlar öldürülürken erkekler ödüllendirilir. Taliban sistemi gibi. Karşılıklı bir aşk yaşandığında dişi olan suçludur.
Gönüllü kadınlardan idam mangası oluşturuluyordu mahkemeden sonra. İdama mahkum edilenin elleri bağlanıyor. Kurşuna dizilmeden az önce de gözleri. Kadınları kadınlar öldürüyordu.
Merkez Komitesine ve komutanlığa getirilen kadınların hemen hepsi, kendi cinsine ihanet edenler. Her şeyi biliyorlar. Hepsi Aponun evinde kaldı. En çok ezen, hakaret eden de o kadınlardı. Yıllarca savaşıp çocuk yaşta evinden ayrılan çok kadın infaz edildi. Aşık olduğu için hain damgası yiyip öldürüldü.
MARDİNLİ ROJİN HAMİLE BIRAKILDI, İDAM EDİLDİ
Mardinli Rojinin bir eli yoktu. Hamile bırakıldı, üst düzey bir komutan tarafından. Sonra da idam edildi. Tecavüzcü ise şu an Osman Öcalanın partisinde.
ÖLMEDEN ÖNCE SON İSTEĞİ ÇOCUĞUNU DOĞURMAK OLDU
Yedi aylık hamile Ronahinin Zelede infaz edildiğini Osman Öcalan da Cemil Bayık da iyi biliyor. Çünkü onlar karar verdi. 1991den beri arkadaşımdı. Suriye-Kamışlılıydı. Son isteğini sordular. Çocuğumun hayatını bağışlayın. O doğduktan sonra beni idam edin dedi. Suçu, biriyle ilişki kurmasıydı. Babasına dokunmadılar. Ronahi, karnını kuşakla bağlıyordu ama büyüyünce gizleyemedi. Açığa çıktı. İnfaz manga komutanı, Cemil Bayıka, Ronahinin son isteğini söyledi. Cemil Bayık, Hayır, idam edin dedi. Karnında bebeğiyle öldürüldü.
MARDİNLİ HEVİDANA MEZARINI KAZDIRDILAR
Korucu kızı Hevidan, çok küçüktü, 12 yaşındaydı. Baho Ağanın aşiretindendi. Aponun çıkardığı korucu çocuklarını kaçırıp PKKlı yapma kanunuyla kaçırılıp getirilmişti. 1997 Temmuzunda 16 yaşına basmıştı. Kaçma planları yaptı ama anlaşıldı, tutuklandı. Beni en çok etkileyen, yargılanıp infaz kararı verildikten sonra yapılanlardır. Hevidanın eline kazma kürek verip mezarını kazdırdılar. Temmuz sıcağında çukur açarken söylediği türkü dağlarda yankılanıyordu. Son isteği sorulduğunda af dilemedi. Kahrolsun Apo dedi, o köylü kızı. Ahım sizin boynunuzda kalacak! İnfaz mangasında tek bacağı protezli Siirtli Rengin, Hevidanı gözünü kırpmadan taradı. Ölmüyordu bir türlü. Kadınlar başını taşlarla ezerek öldürdüler.
EYLEM İNTİHAR ETTİ, SEVDİĞİ BENİ KIŞKIRTTI DEYİP KOMUTAN OLDU
Eylemi hiç unutamıyorum. Çok yakın arkadaşımdı. Siirt, Baykanlıydı. Çok güzeldi, sarışındı. Şakacıydı, bizi güldürürdü. Sevdiği erkekle ilişkisi açığa çıktı. 1994 yılıydı. Zagroslardaydık. Bahardı. Birbirlerine kur yaparken yakalandılar. Erkek kaçıp gitti. Eylem, Avaşin Suyundaki bir kayanın üzerine çıkıp beklemeye başladı. Kaçıp gideceği, derdini anlatacağı kimse yoktu ki. Eylemi aramaya çıktık. Erkekler öndeydi ve ellerinde silahlarla arıyorlardı Eylemi. Baktım, Eylem, elini yüzünü yıkıyor. Kalktı, bize döndü. Elinde bomba vardı. Sevdiği erkek de aramızdaydı. Tek tek yüzümüze baktı, sevdiği yüreksiz adamın gözlerinde durdu uzun uzun. Sonra Yaklaşmayın, kimseye zarar vermek istemiyorum dedi. Biliyordu, sonunun ne olacağını. Bombanın pimini çekip patlattı. Havaya uçtu. Vücudunun bazı parçalarını Avaşin Suyu alıp götürdü. Yüreğini, hayallerini, sırlarını da. İntihardan sonra yapılan toplantıda Eylemin dişiliğini kullandığı, erkeği ihanete sürüklediği söylendi. O sevdiği erkek ise ayağa kalktı. Beni kışkırttı. Beni yoldan çıkarmak için cezbeden bir şeytandı. Düzelmem için bir fırsat verilmesini talep ediyorum dedi. Şak şak alkışladılar. Apo hakkında sloganlar attılar. Ben de alkışlayıp sloganlara katıldım. Katılmasaydım sonumun ne olacağı belliydi. Sevdiği erkek, özeleştiriden sonra ödüllendirildi. Eline çok güzel bir silah verildi, komutan oldu. Eylem, benim içimde büyük bir yara.
TECAVÜZCÜLERİN CEZALANDIRILDIĞINI HİÇ GÖRMEDİM
Tecavüz edenlerin cezalandırıldığına hiç tanık olmadım. Tecavüze uğrayan kadın hep susmak zorundaydı. Eğer susmazsa erkek, yetkisine yaslanıyordu. Merkez Komitesi üyelerinden biliyorum, yetkileri nedeniyle istediği kadınla birlikte oldular. Kadın asla şikayetçi olamadı. Kadın bir raporla bildirmek istese bile o rapor, ancak tecavüzcü komutanının eliyle Suriyeye ulaştırılabilirdi. Komutan hiç kendi tecavüzünü yukarıya bildirir mi!
O güne kadar hiç konuşulmayan, üstü örtülen gerçekler, bu buluşmalar sırasında karşılıklı itiraf edildi. PKKdayken bire bir tanık olduğu, birinci ağızlardan öğrendiği Abdullah Öcalan ve komutanlarının tecavüzleri ile örgüt içi infazları yazmaya karar verdi. Anı-roman olarak yazdığı kitabın adı, Özgürlüğe Kaçış.
Dilaramla Irakta görüştüm. Kendisi gibi, örgüt bulduğu anda öldürecek dediği 100 eski PKKlıyla diyalog halinde olduğunu öğrendim. Irakta bulunduğum beş günde 14 kadınla tanıştım, bazılarıyla kitapta geçen olayları konuşma imkanı buldum.
İçlerinden sadece dördü yüzlerini gizlemek kaydıyla fotoğraflarını çekmemi kabul etti. Abdullah Öcalanla birlikte olduğunu anlatan iki kadın da sadece konuşmayı kabul etti. Biri Öcalanın dayağına ve üç kez tecavüzüne maruz kalmıştı. Diğeri ise başkanına itiraz etmeyi aklından bile geçirmemişti.
Onları dört gün ve gece boyunca, gaz lambasının aydınlattığı soğuk bir odada sabahlara kadar dinledim. Sokakta yankılanan ayak seslerinin PKKlıya ait olup olmadığını nasıl anladıklarına, nasıl tedirgin olduklarına tanık oldum.
Hepsi, PKK ve Öcalandan nefret ediyordu.
Bingöllü Sorgûlün PKK idam mangası tarafından kurşuna dizilirken söylediği ağıdı hep bir ağızdan ve ağlayarak söylediler. Türkiyeyi, köylerini, anne babalarını, kendileri dağa çıktıktan sonra doğan kardeşlerini özlemişlerdi. Ama hiçbiri itirafçı olmak istemiyordu.
Hepsi Cumhurbaşkanı, Başbakan ve İçişleri Bakanından af bekliyordu. Hepsi Öcalanın 1999da yakalanmasından sonra PKKdan kopan 5 bin kişinin çıkacak bir af kanunuyla Türkiyeye döneceğine, iyi vatandaş ve iyi anne baba olacağına inanıyordu.
Kadınların çoğu, örgütten birlikte kaçtığı erkek arkadaşıyla evlenmişti. Çocuklarına; Barış, Özlem, Umut adını vermişlerdi. Artık vatandaşı oldukları Irak topraklarında hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
Hepsinin ortak korkusu, PKK tarafından infaz edilmekti. Hepsi kararlıydı. Silah mı, Kürdistan mı? Asla! Bu kadar kandırıldık, bu kadar ihanete uğradık. Bir daha asla tetikçi olmayacağız.
Dilaram, PKK tarafından öldürüleceğini bile bile yazdığı kitabında geçen ve hálá sağ olan arkadaşlarına PKKdan bir zarar gelmesin diye kod adlarını değiştirdi. Röportaj sırasında bana da örgütte bilinen kod adlarını değiştirerek konuştular.
Dilaram, şu günlerde bitirmek üzere olduğu kitabını başta Kürtçe yazmaya başladı ama sonra Türkçe devam etti. Çünkü kitap Türkiyede yayınlansın istiyor.
Neden dağa çıktınız?
- 1991 baharıydı. 13 yaşında, kıpır kıpırdım. Bir gün ablamla dağa pancar toplamaya gittik. PKKlıları ilk o zaman gördüm. Kadınlar da vardı. Önce korktum. Çünkü köylüler onlar için dağdaki mahkumlar, diyorlardı. O an, kaderimin değişeceği yer burası, dedim. Mutlaka onlarla olmalıydım. Tarihini okumuştum ama Kürdistan neresi, bilmiyordum. Babam, yaşadığımız köy, derdi. PKKlılar Kürdistan için savaşıyoruz. Siz niçin bize katılmıyorsunuz dediler. Akşam dönüşte düşündüm. Anneme, dağdaki mahkumlara katılacağımı söyledim. Sonra köye gelip bayrak açtılar. Muhtarın evinde toplandılar. O gün kararımı verdim. Nöbetçi PKKlıya ben de geliyorum, dedim. Yaşın küçük, dedi. Amcamın oğlu Weladla katıldık. Welad sonra mayına bastı, öldü.
Aralarına katıldığınız ilk gün neler oldu?
- Evden gizlice kaçmıştım. Altınlarımı, en güzel, rengarenk elbiselerimi, çoraplarımı yanıma almıştım. Bir de babamın en güzel kalemlerini, misafir odasının duvarındaki heybeyi ve kardeşimin mekabını çalmıştım. Heybeye yiyecek doldurmuştum. Yüküm ağırdı. Benimle alay ediyorlardı. Sarı pembeli giysilerim kilometrelerce öteden seçiliyordu. Kamuflaj nedir bilmiyordum ki. Alacakaranlıktan sabahın 5ine kadar yürüdük. İkinci gün elime Kalaşnikof verdiler. 15 gün sonra babam haber yollamış, kızımı vermezseniz sizi buralarda barındırmam, diye. Babam zengin ve sözü geçen bir adamdı. PKK her ay babamdan 50 milyon alıyordu. Beni amcama teslim ettiler.
Ama tekrar gitmişsiniz.
-
Beyni yıkanmış gibiydim. Babam heder olacaksın dağlarda, dedi. 15 gün sonra halamın, amcalarımın oğullarını topladım, altı akrabamı yanıma alıp tekrar dağa gittim. Sonraları ölen bir doktor vardı, Kendal. Başkanın Abdullah Öcalan olduğunu söyledi. Anlattı şöyle böyle, peygamber diye. Kafamda hayal ettim Öcalanı. Elini uzatsa güneşi tutabiliyordu. Ayağa kalktığında dağlar, ayaklarının dibinde olacaktı. İlk aylarımda kafamda Apoyu uçan mitolojik bir karakter olarak çizdim. Mantıklı düşünecek yaşta değildim. Köyden çıkmış, ilkokul mezunu bir kızdım. Ancak böyle hayal edebildim. 13 yıl boyunca hep önderlik gerçeğini yani Aponun çocukluğunu, babasına isyanını, hayatını öğrettiler.
Abdullah Öcalanla karşılaştınız mı?
- Onlara katıldığım yılın sonbaharında Bekaa Vadisine eğitime gittim. Apo akademide kalmıyordu. Evi Barliyadaydı. Merakla mitolojik kahramanı görmeyi bekledim. Apoyu ne kadar tanrılaştırırsam, örgüte o kadar bağlanmış olacaktım. Beni tembihlediler. Ne kadar hakaret ederse etsin, doğrudur başkanım, diyeceksin dediler. Bekliyordum, hayatımdaki en önemli insanı görecektim. Apoyu görenler bayılırmış. Ben de bayılmaktan korkuyordum. Derken elli M16lı koruma ordusuyla geldi. Aramızda neden korunduğunu anlayamadım. Açık havada, Bekaada tek sıra halinde diziliydik. Afganistan komünistleri, Ermeniler, Avrupadan gelenler de vardı. Apoyu görünce çok şaşırdım. Hiç hayalimdeki lider tipine benzemiyordu. İriyarılığı idare ederdi ama göbekliydi.
ÊKonuştu mu sizinle?
- Bana ilk söylediği, Senin baban bir alçak, senin baban bir düşman ajanı, senin baban bir reformist, senin evin bir düşman karakolu. Senin kafandaki düşman karakolunu yıkacağız oldu. Öyle bir sevindim ki. Kocaman başkan beni, ailemi tanıyor, dedim. Eğitim bitti, Apo evine gitti. Küfürleri iltifat gibiydi. Şimdi babam ve ailem benim için kutsal ama o zaman emir verseydi git, babanın kafasına kurşun sık, diye, gözümü kırpmadan babamı, annemi yere sererdim. Şimdi silahım olsa kime yönelteceğimi bilirim ama bir daha elime silah almam. Geriye baktığımda o hayatı yaşamadım sanki. O Dilaram ben değildim.
Kaç insan öldürdünüz?
- Bilmiyorum.
Örgüt içinde yargılandınız mı?
- Üç kez. Yönetimle zıtlaştım. Üç gün sosyal tecrite alındım. Kimse benimle konuşmuyordu. Birinde çok zorlanmıştım. 1995ti. Yukarıdan gelen, ayrıcalıklı ve çatışmaya hiç katılmayanlar bize iş buyurup duruyorlardı. Şunu getir, bunu taşı, diye. Hayat çekilmez hale gelmişti. Saldırıya yazmışlardı beni Zagroslardaki. Mektup yazdım. Gideceğim, kafama kurşun sıkıp öleceğim, dedim. Zayıf biri değildim. Her gün ceset görüyordum, yaralı taşıyordum. Ama bu yaşamdan kurtuluşum yoktu. Ölmekten başka çarem yoktu. Mektubu verdiğim arkadaşım sonucu göze alamayıp yönetime vermiş. Telsizle çağrıldık, geri dönün diye. Hemen anladım olanları. Tabur komutanı bana hakaret etmeye başladı. 15 gün tutuklu kaldım. Kimse konuşmuyordu benimle, yemeği ayrı yiyordum. Sonra özür dilediler, tepkili olmayayım diye. Eski kadroların tepkisinden korkuyorlar.
Ayrılmaya o zaman mı karar verdiniz?
- Kendimi bir hiç olarak görüyordum. Dünyalı değildim. Ne mektup, ne haber. Ne anne, ne baba Kaçmayıp ne yapacaktım. Ama nereye gidecektim?
Ne zaman, nasıl kaçtınız?
- 1996dan itibaren savaşa gitmedim. Şemdinlideki yaralanmadan sonra bir yıl yatalak kaldım. PKK doktorları altı kez ameliyat etti. Kandilde radyoda çalıştım. 1999 Ocakında Ecevitin konuşmasını duydum. Bu sırada eğitim veriyordum. Radyonun sesini açtım. İşin ciddiyetini anladık. Bu iş bitti dedik. Sonra rehavet başladı. Örgüt içi sistem, kadına yaklaşım, infazlar tartışılmaya başladı. Bazılarına itibarları, mertebeleri iade edilmeye başladı. Bir yerlere kaçsam, kurtulacağımı düşünmeye başladım. İki kadın, şimdiki eşim dahil iki erkek; dört kişi kaçmaya karar verdik. 21 Nisan 2001 gecesinde İran tarafına kaçtık. Arkamızdan atlarla geldiler ama yakalayamadılar. Gizlendiğimiz yerden gördük onları. Dört yıldır Iraktayız.
Günlük, sıradan yaşama uyumda zorlandınız mı?
- Hálá tek başıma alışverişe gidemiyorum. Yanımda kimse olmadan dışarı çıkamıyorum. Kalabalıklarda başım dönüyor, bayılacak gibi oluyorum. Korkularımdan dolayı herhalde.
Sizi bulduklarında öldürürler mi?
- Onlara karşıt bir pozisyon alırsam, konuşursam elbette.
Kitap yazıyor, örgüt içinde olan bitenleri anlatıyorsunuz
- Bu yazdığım kitaptan dolayı hayatım tehlikede. Birkaç kez karşılaştım onlarla. Henüz yazdığım kitaptan haberleri yok. Burada öldürdükleri insanlar var. İran ve Suriye Kürtlerinden iki kişi örgütten kaçmıştı. Yedi ay önce evlerini bastılar. Kafalarına kurşun sıkıp gittiler. Geçen yıl da PKKdan kaçan merkez komitesi üyesi Sipanı öldürdüler.
Ne yapacaksınız?
- Bilmiyorum. Gidip birilerinden koruma talep etmem. Irakın durumu malum. Yeterince kendi güvenlik sorunu var.
Yazmamanız için baskı yapanlar oldu mu?
- Oldu. Ama eşim hep destekledi. İşin ucunda ölüm var. Fakat sen infaz edilen, tecavüze uğrayan arkadaşlarına kendini borçlu hissediyorsan yazmalısın, diyor. Yazarsam bu psikolojiden kurtulacağımı biliyorum.
Sizin gibi kaçanlar çok mu burada? Hayat şartları nasıl?
- Çok var. Dört yıl önce 300 kişi kaçıp geldi Iraka. Hepsi Kandilden kaçtı. Erkekler çoğunlukta. Kadınlar daha ürkek. O nedenle kadınlar erkeklerle birlikte kaçıyor. Bir kısmı burada evlendi. Kaçanlardan bazıları sınır kapılarında insan kaçakçıları tarafından öldürüldü. Çoğunun yiyecek ekmeği yok.
DİLARAM
BU KİTABI NEDEN YAZDIM?
Kaçarken mayınlı topraklardan geçtim. Yıllarca aynı mevziyi, yemek kabını paylaştığım yoldaşlarım tarafından vurulmayı göze aldım. Yaşadıklarımı, acılarımı bir kenara bırakıp kendi sade hayatımı yaşayacaktım. Ama vicdanım adına, delirdikten sonra infaz edilen yoldaşlarımın gözlerindeki son çaresiz bakışın borcunu ödemek, Apo ve komuta kademesindeki erkeklerin tecavüzüne uğrayan kadınlar için yazmaya başladım. 1992de en yakın arkadaşlarım, PKKnın insanlık dışı gaddar sistemine karşı çıktıkları için, aynı gün mahkeme edilip ertesi gün hepimizin gözleri önünde kurşuna dizildiler. İki avuç toprakla cesetlerinin üstü örtüldü. Sabah gittiğimizde tilkiler, kurtlar tarafından parçalanıp yendiklerini gördüm. Öldürülen her arkadaşımla birlikte benim ruhum ölüyordu. Ben o dağların ardında yaşananları yazıyorum. 40 bin kişi öldürüldü diyorlar. Bir bakın, eski kadrolardan kimse yok. İç infazlar tahmin edilemeyecek kadar kabarık.
RÖPORTAJDAN SONRA GELEN VASİYET
Biliyorum beni öldürecekler
Bu kitaptan sonra beni öldüreceklerini çok iyi biliyorum. Ama benim kaybedeceğim bir şey yok ki. İnsan ölümü aştığında kaybedecek bir şeyi kalmıyor. Ben de ölümü birçok kere aştım. Bu nedenle korkmuyorum. PKKda kendime ait olmamamın acizliğinden dolayı intiharı çok düşündüm. Ama cesaret edemedim, arkamdan korkak, zayıf ve iradesiz kadın, demelerini istemedim. İntiharlar da infazlar kadar çok PKKda. Özellikle kadın intiharları Sana bir vasiyetim var. Eğer bu röportajdan sonra bana bir şey olursa, muhakkak yaz. Onların yanına bırakmayın. Onların birer katil olduğunu bir ben biliyorum bir de onların kendileri. Apo için işlemeyecekleri cinayet yok. Bir de hiçbir yoldaşımın infazına katılmadım, yoldaşıma kurşun sıkmadım, bu açıdan vicdanım rahat, bu da bilinsin.
HABURU AŞSAM TOPRAĞI ÖPECEĞİM
Köye dönmek istiyorum. Annemi, kız kardeşlerimi 15 yıldır görmedim. Babamı almak için geçen yıl sınıra gittim. Ülkeme uzanan uzun yolları solumak için ağladım. Yıllar sonra ilk kez Türkiyeye giden yolları gördüm. İçimde bir ses, git, ucunda ölüm olsa bile git, ülkende yaşa, dedi. Ben Türk düşmanı değildim, ülkeyi bölmek gibi bir hayalim yoktu. Durumum netleşecekse, hapse girmeyeceksem gelirim. Örgüt üyeliğinden aranıyorum. Dön çağrısına güvenmediğim için gelmedim. Af çıkarılırsa İbrahim Halili (Habur) aştığımda toprağı öpeceğim. Türkiyede işlenmiş bir suçum yok. Türkiyeye hiç inmedim, orada kimseyi öldürmedim. Bir gün döneceğimi biliyorum.
TECAVÜZE UĞRAYAN ŞIRNAKLI EVİN ÇILDIRIP KAYALARA TIRMANIYORDU
Evin, çok güzel, fakir bir köylü kızıydı. Masmaviydi gözleri. Gece yarısı nöbette PKKlı bir komutan tecavüz etti. Akli dengesini kaybetti. Çok tedavi gördü, elektrik şoku verildi. Gece yarısı oldu mu kızcağız çıldırıp kayalara tırmanıyordu. Herkes biliyordu. Tecavüzcü, Irak Kürdüydü. En sonunda Evin kaçtı ama kaçarken de mayına bastı. İki bacağını kaybetti. Köylüler bulup ailesine teslim ettiler. Evin, örgüt içindeki kadının trajik öyküsüdür.
SON BEŞ YILDA BEŞ BİN KİŞİ PKKDAN KOPTU
Türkiyede af çıkarsa PKK çözülür. Çok insan yararlanır bu aftan. Herkes evine dönmek, yeni bir hayat kurmak istiyor. Burada tanıdığım o kadar çok insan var ki. Af çıksa PKKnın içyüzü ortaya çıkar. Toplum rahat nefes alır. İtirafçılık olursa insanlar zarar görürler, kimse kimseye güvenmez. Af çıkarsa kimi köyünde çiftçilik yapar, kimi ailesine döner. Son beş yılda 5 bin kişinin PKKdan koptuğunu biliyorum. Hepsi Avrupada değil. Kimi kayboldu, kimi kaybettirildi, kimi bulaşıkçı, kimi inşaatçı, kimi tuvalet temizliyor. Iraktakilerin özel korunması durumu yok. Zor durumdalar. Memlekete gitmek isteyip de gidememek büyük çöküş. ODTÜ mezunu ama burada inşaatta çalışıyor. Bunları kazanmak, Türkiyeye kazandırır.
BİRBİRİMİZE O KADAR DÜŞMANDIK Kİ BAŞKA DÜŞMANA İHTİYACIMIZ YOKTU
Artık hiçbir şey ve insan uğruna o hayatı bir daha yaşamam. Öcalana tapmıştım. İnsanlar yaşadıkça akıllanıyor. Onun (Abdullah Öcalan) kurduğu sistemde birbirimize o kadar düşmandık ki başka düşmana ihtiyacımız yoktu. Birbirimizi yok etmek için psikolojik savaş, hakaretin haddi hesabı yok. Kadınlar arasında yapılmadık hakaret, dedikodu, ayakoyunu, kariyer uğruna insanları kullanma kalmamıştı. Yazdığım, herkesin öyküsü. Bana iyi davranmazsan, karşında ateş topu olurum.
Bize Apo tecavüz etti
BİRİNCİ KADIN
Şiddet kullanarak tecavüz eden Apodan intikamımı komutanlarıyla yatarak aldım
Öcalanın Şamdaki evine Yoğunlaştırma Evi denir. Yoğunlaştırma Evine bakire, genç ve güzel kadınlar alınır. Vahşi, çöl güzeli kızlardan hoşlanırdı ama sarışınlara daha çok ilgi duyardı. Ben de Yoğunlaştırma Evine çağrıldım. Apo bir gün beni masaja çağırdı. Gittim, ılık su dolu leğendeki ayaklarını yıkadım. Hani köy ağaları gibi. Beni azarlamaya başladı, bilmiyorum diye. Sırtüstü uzandı, şimdi bütün vücuduma, dedi. Anladım neler olacağını. Çünkü cinsel istek uyandığını gördüm. Soyun, dedi. Soyundum. İç çamaşırlarını da çıkar, dedi. Ayağa kalkıp sarılıp sıkınca korktum. Kendimi savunmak için Apoya vurdum. Üç yumruk attı yüzüme ve kafama. Küfretti bana. Düşkün, fahişe, rezil kadın. Seni özgürleştirmeye, tabulaştırdığın zincirleri kırmaya çalışıyorum dedi. Titrediğimi görünce kovdu beni. Sen Kesiresin. Beni onun gibi yok etmek istiyorsun. Sen köle kalacaksın! diye bağırdı. Ama bu daha ilk denemeydi. Dışarıda bekleyen tecrübeli kadınlar, beni psikolojik olarak hazırlama toplantısına çağırdı. Ağladım. İçlerinden biri, Osmanlı Sarayındaki Valide Sultan gibiydi. Beni azarladı. Başkan bizi özgürleştiriyor. Sen özgürleşmek istemiyor musun? Başkana erkek gözüyle bakıyorsun. O başkan, o zincirlerimizi kıran bir peygamber. Beni akşam yemeğinden sonra yine çağırdı Apo. Bu kez çözümsüzdüm. Kime derdimi anlatacaktım? O ana kadar ölüme hiç bu kadar yaklaşmamıştım. Bekaretimi aldı. Sonraki günlerde iki kez daha sevişti benimle. Ben de Öcalandan intikamımı komutanlarıyla yatarak aldım. Çünkü beni gönderirken dağa, Sakın bir erkekle ilişkini duymayayım. Benim yetiştirdiğim kadınlar, hiçbir erkekle ilişkiye girmemeli, sonuna kadar bana bağlı kalmalı dedi. Beni infaz etmemelerinin nedeni, Öcalanın evinde kaldığım için rütbe verilmesi. Bu yüzden dokunmadılar bana.
İKİNCİ KADIN
Meğer özel kadını değilmişim
Ben de Aponun Şamdaki Yoğunlaştırma Evinden geçtim. Ben direnmedim, karşı koymayı aklımdan geçirmedim. Apo, benimle birlikte olduktan sonra çok vaatlerde bulundu. Kendimi hep onun için özel, başkanın kendisiyle birlikte olmaya layık gördüğü kadın sandım. Çok safmışım. Güya gözdesiydim, ayrıcalıklıydım. Yıllarca böyle sandım. Haber geldi, başkan beni Suriyedeki evine çağırıyordu yine. Hazırlandım. Heyecanlıydım. Yolda baktım, başka kadınlar da katıldı. Hepsi de güzel ve gençti. O uzun yolculukta birbirlerine anlattıklarına inanamadım. Çok sarsılmıştım. Bir mola sırasında su içeceğimi söyleyip kaçtım. Dağa döndüğümde bana bir şey yapmadılar. Ne de olsa başkanla yatma şerefine nail olmuş ayrıcalıklı bir kadın komutandım.
Tanıklar anlatıyor
KADINLARI KADINLAR KURŞUNA DİZİYORDU
Bir insanın doğasına, benliğine aykırı davranması ne kadar zorsa, PKKda kadın olmak da o kadar zor. Çok doğal bir kahkaha, bir erkeğe bakış, bir söz ya da davranış, Kadınlığını pazarlıyor töhmeti altında kalmak için yeter. Kendimizi hep baskı altına alıyorduk.
Erkek işbirlikçisi deyimi, PKKda son yıllarda çok yaygındı. Yukarıdan gönderilen bir kavram. Omuz omuza verdiğin erkek arkadaşlarınla samimi olursan bu suçlamaya maruz kalırsın. Cezası ölüme varacak yaptırımlar uygulanır. Ama kadınlar öldürülürken erkekler ödüllendirilir. Taliban sistemi gibi. Karşılıklı bir aşk yaşandığında dişi olan suçludur.
Gönüllü kadınlardan idam mangası oluşturuluyordu mahkemeden sonra. İdama mahkum edilenin elleri bağlanıyor. Kurşuna dizilmeden az önce de gözleri. Kadınları kadınlar öldürüyordu.
Merkez Komitesine ve komutanlığa getirilen kadınların hemen hepsi, kendi cinsine ihanet edenler. Her şeyi biliyorlar. Hepsi Aponun evinde kaldı. En çok ezen, hakaret eden de o kadınlardı. Yıllarca savaşıp çocuk yaşta evinden ayrılan çok kadın infaz edildi. Aşık olduğu için hain damgası yiyip öldürüldü.
MARDİNLİ ROJİN HAMİLE BIRAKILDI, İDAM EDİLDİ
Mardinli Rojinin bir eli yoktu. Hamile bırakıldı, üst düzey bir komutan tarafından. Sonra da idam edildi. Tecavüzcü ise şu an Osman Öcalanın partisinde.
ÖLMEDEN ÖNCE SON İSTEĞİ ÇOCUĞUNU DOĞURMAK OLDU
Yedi aylık hamile Ronahinin Zelede infaz edildiğini Osman Öcalan da Cemil Bayık da iyi biliyor. Çünkü onlar karar verdi. 1991den beri arkadaşımdı. Suriye-Kamışlılıydı. Son isteğini sordular. Çocuğumun hayatını bağışlayın. O doğduktan sonra beni idam edin dedi. Suçu, biriyle ilişki kurmasıydı. Babasına dokunmadılar. Ronahi, karnını kuşakla bağlıyordu ama büyüyünce gizleyemedi. Açığa çıktı. İnfaz manga komutanı, Cemil Bayıka, Ronahinin son isteğini söyledi. Cemil Bayık, Hayır, idam edin dedi. Karnında bebeğiyle öldürüldü.
MARDİNLİ HEVİDANA MEZARINI KAZDIRDILAR
Korucu kızı Hevidan, çok küçüktü, 12 yaşındaydı. Baho Ağanın aşiretindendi. Aponun çıkardığı korucu çocuklarını kaçırıp PKKlı yapma kanunuyla kaçırılıp getirilmişti. 1997 Temmuzunda 16 yaşına basmıştı. Kaçma planları yaptı ama anlaşıldı, tutuklandı. Beni en çok etkileyen, yargılanıp infaz kararı verildikten sonra yapılanlardır. Hevidanın eline kazma kürek verip mezarını kazdırdılar. Temmuz sıcağında çukur açarken söylediği türkü dağlarda yankılanıyordu. Son isteği sorulduğunda af dilemedi. Kahrolsun Apo dedi, o köylü kızı. Ahım sizin boynunuzda kalacak! İnfaz mangasında tek bacağı protezli Siirtli Rengin, Hevidanı gözünü kırpmadan taradı. Ölmüyordu bir türlü. Kadınlar başını taşlarla ezerek öldürdüler.
EYLEM İNTİHAR ETTİ, SEVDİĞİ BENİ KIŞKIRTTI DEYİP KOMUTAN OLDU
Eylemi hiç unutamıyorum. Çok yakın arkadaşımdı. Siirt, Baykanlıydı. Çok güzeldi, sarışındı. Şakacıydı, bizi güldürürdü. Sevdiği erkekle ilişkisi açığa çıktı. 1994 yılıydı. Zagroslardaydık. Bahardı. Birbirlerine kur yaparken yakalandılar. Erkek kaçıp gitti. Eylem, Avaşin Suyundaki bir kayanın üzerine çıkıp beklemeye başladı. Kaçıp gideceği, derdini anlatacağı kimse yoktu ki. Eylemi aramaya çıktık. Erkekler öndeydi ve ellerinde silahlarla arıyorlardı Eylemi. Baktım, Eylem, elini yüzünü yıkıyor. Kalktı, bize döndü. Elinde bomba vardı. Sevdiği erkek de aramızdaydı. Tek tek yüzümüze baktı, sevdiği yüreksiz adamın gözlerinde durdu uzun uzun. Sonra Yaklaşmayın, kimseye zarar vermek istemiyorum dedi. Biliyordu, sonunun ne olacağını. Bombanın pimini çekip patlattı. Havaya uçtu. Vücudunun bazı parçalarını Avaşin Suyu alıp götürdü. Yüreğini, hayallerini, sırlarını da. İntihardan sonra yapılan toplantıda Eylemin dişiliğini kullandığı, erkeği ihanete sürüklediği söylendi. O sevdiği erkek ise ayağa kalktı. Beni kışkırttı. Beni yoldan çıkarmak için cezbeden bir şeytandı. Düzelmem için bir fırsat verilmesini talep ediyorum dedi. Şak şak alkışladılar. Apo hakkında sloganlar attılar. Ben de alkışlayıp sloganlara katıldım. Katılmasaydım sonumun ne olacağı belliydi. Sevdiği erkek, özeleştiriden sonra ödüllendirildi. Eline çok güzel bir silah verildi, komutan oldu. Eylem, benim içimde büyük bir yara.
TECAVÜZCÜLERİN CEZALANDIRILDIĞINI HİÇ GÖRMEDİM
Tecavüz edenlerin cezalandırıldığına hiç tanık olmadım. Tecavüze uğrayan kadın hep susmak zorundaydı. Eğer susmazsa erkek, yetkisine yaslanıyordu. Merkez Komitesi üyelerinden biliyorum, yetkileri nedeniyle istediği kadınla birlikte oldular. Kadın asla şikayetçi olamadı. Kadın bir raporla bildirmek istese bile o rapor, ancak tecavüzcü komutanının eliyle Suriyeye ulaştırılabilirdi. Komutan hiç kendi tecavüzünü yukarıya bildirir mi!