İyinet'e Hoşgeldiniz!

Türkiye'nin En Eski Webmaster Forum'una Hemen Kayıt Olun!

Kayıt Ol!

Mustafa Kemal Atatürk ve Din Hakkında Düşünceleri ve Söylemleri

ozgurruh

0
İyinet Üyesi
Katılım
28 Eylül 2010
Mesajlar
2,829
Reaction score
32
Konum
ANKARA
Mustafa Kemal Atatürk ve Din Hakkında Düşünceleri ve Söylemleri

Bunun dışında ATAMIZIN DİNİMİZE olan yatkınlığını dile getirenlerden anılar, söylemler, resimler, videoları sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu çalışmamı günden güne genişleteceğim.

Bu ATAMIZ ile ilgili ilk konum olsun onun yaptıkları yenilikler ile ilgili bu denli geniş çaplı farklı görüşlerden alınmış her türlü paylaşımı yapacağım tabiki ilgi olursa. Onun yaptıklarını görüşlerini daha iyi anlamak anlatabilmek için ben bunları zevkle hazırlıyorum. Çünkü ülkemizde artık gençler malesef okumaya düşkün değil okullardan da bilmekteyiz az çok. Milli değerlerimizi iyi anlamadan yetişmek tarihini bilmemek biz gençler için üzücüdür. Çünkü ATAMIZ bu ülkeyi geleceğin gençlerine miras bırakmıştır.

------------------------------------------------------------------------


Dinin var olmadığı veya dini değerlerin ortadan kalktığı bir toplumda, bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak aile, ahlak ve devlet kavramları da geçerliliğini yitirecek ve kısa süre içinde ortadan kalkacaktır. Böyle bir gelişme ayrıca, tarihi ve kültürü ne kadar eskiye dayanırsa dayansın bir milleti birbirine bağlayan milli ve manevi tüm bağların parçalanmasını, anarşinin hortlamasını ve toplumun bölünmesini kaçınılmaz hale getirecektir.

İşte bütün bu nedenlerden ötürü, toplum dokusunun vazgeçilmez parçası niteliği taşıyan din müessesesinin devamını sağlayamayan bir ulusun sosyolojik ve bilimsel açıdan ayakta durması mümkün değildir. Gerek kişi, gerekse toplum açısından dinin lüzumlu bir müessese olduğunu belirten, siyasi alanda yaptığı sayısız reformla bu sağlıklı bakış açısını geniş kitlelere yaymayı hedefleyen Büyük Önder Atatürk, Türk Milleti'nin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur"; "Din vardır ve lazımdır." (Yakınlarından Hatıralar, Asaf İlbay, s. 102) sözleriyle teşvik etmiştir. Milletini, batıl inanışlardan arındırıp, gerçek dine yöneltmeyi amaçlamıştır. Bunun için de Kuran'ın kolay bir şekilde okunup anlaşılmasını sağlamak amacıyla Türkçeye çevrilmesi emrini vermiştir:

"Sonra Kuran'ın tercüme ettirilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Hz. Muhammed'in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim." (Atatürk'ün Temel Görüşleri, Fethi Naci, s.55)

Kuran'ın Türkçeye çevirilmesi emrini verirken, Atatürk'ün isteği Müslüman milletinin imanının güçlenmesidir. Bunu ifade ettiği sözleri şöyledir:

"Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 1, s. 225)

Büyük Önder, gerçek dinin temelini ve Müslümanların konuyu hangi kıstaslara göre değerlendirmeleri gerektiğini 7 Şubat 1923 tarihinde, Balıkesir'deki Paşa Camii'nde verdiği hutbede kendisini dinleyenlere şöyle ifade etmiştir:

"Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93)

Atatürk, İslam dininin tamamen ilme ve mantığa uygun bir din olduğunu bir başka sözünde de şöyle ifade etmiştir:

"Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. ... İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz" (Atatürk"ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s. 90)

Büyük Önder Atatürk, Türk Milleti'nin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini de, sıklıkla vurgulamıştır. Ayrıca, Atatürk'ün Osmanlı Devleti'nin çöküşünü dine bağlayan, Türk düşmanlarına yanıtı ise kesin bir şekilde olmuştur:

"Düşmanlarımız, bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla itham ediyor, duraklamamızı ve çöküşümüzü buna bağlıyorlar; bu bir hatadır. Bizim dinimiz hiç bir vakit kadınların, erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah'ın emrettiği şey, Müslüman erkekle, Müslüman kadının beraberce din öğrenerek eğitilmesidir. Kadın ve erkek bu ilim ve eğitimi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kuralla bağlanmış zannettiğimiz şey yoktur. Türk sosyal yaşantısında kadınlar bilimsel yönden eğitim ve öğretim görmekte ve diğer konularda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s.86)

Dini meseleler hakkındaki görüşlerini öğrenmek isteyen Fransız gazeteci Maurice Perno'ya Atatürk yine kesin bir şekilde şu cevapları vermiştir:

M. Perno:Şu halde yeni Türkiye'nin siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak demek?

Atatürk: "Siyasetimiz dine aykırı olmak şöyle dursun, din bakımından eksik bile hissediyoruz."

M. Perno: Zat-ı asilaneleri, düşündüklerini bendenize daha iyi izah buyururlar mı?

Atatürk: "Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık, sun'i, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Eğer ışığa yaklaşamazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız." (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.32)

Cumhuriyet'in ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, Atatürk'ün kendisine duyduğu saygı ve hürmeti şöyle anlatmıştır:

"Ata'nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür, "Paşam beni mahcup ediyorsunuz" dediğim zaman "Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır." buyururlardı. Atatürk, şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi." (Atatürk ve Din Eğitimi - Ahmet Gürtaş - Diyanet İşleri Bakanları Yayınları s.12)

Atatürk Kuran okutulmasına da son derece önem vermiştir. Hafız Zeki Çağlarman Atatürk'ün bu yönünü şöyle anlatmıştır:

"Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım'la uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; "Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme"der ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi." (Din Toplum ve Kemal Atatürk, Ercüment Demirer, s.10)



Atatürk'ün Kuran-ı Kerim'e duyduğu derin sevgi ve saygısı, İslam dininin en saf şekliyle yaşanmasına olan inancı onun dindar yönünü her dönemde ortaya çıkarmıştır. Her zaman gerçek din ile batıl inançlarla dolu gericiliği net biçimde ayıran Atatürk, birçok konuşmasında, samimi ve içten bir şekilde Allah'tan, İslam'dan, Kuran'dan saygı ve bağlılıkla bahsetmiştir. Hz. Peygamberimizi övmüş ve Türk Milleti'ne, gerçek dine sarılmayı ve daha dindar olmayı tavsiye etmiş. Allah'a yönelmede Hz. Muhammed'i rehber göstermiştir:

"Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler." (Atatürk, Nedim Senbai, A.Ü. Dil, Tarih, Coğrafya Yay., s. 102, 1979)


ATATÜRK'ÜN DİKKAT ÇEKTİĞİ TEHLİKE: KOMÜNİZM

"Biz ne bolşeviğiz ne de komünist;ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız."

Komünizmin Türk Devrimi için sakıncalı ve tehlikeli olduğunu, Büyük Atatürk çeşitli vesilelerle değişik zamanlarda ifade etmiştir. Sivas Kongresi'nden hemen sonra, Amerikalı General Harbord'a verilen 27 Eylül 1919 tarihli muhtırada Mustafa Kemal Paşa, Milli Harekat'ın amacını anlatmış ve komünizmle ilgili görüşlerini şöyle dile getirmiştir:

"Bolşeviklere gelince, bizim memleketimizde bu doktrinin hiçbir şekilde bir yeri olamaz. Dinimiz, adetlerimiz ve aynı zamanda sosyal bünyemiz tamamiyle böyle bir fikrin yerleşmesine müsait değildir. Türkiye'de ne büyük kapitalistler, ne de milyonlarca zanaatkar ve işçi vardır. Diğer taraftan zirai bir problemimiz yoktur. Son olarak, sosyal bakımdan dini prensiplerimiz bolşevizmi benimsemekten bizi uzak tutmaktadır." (Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, IV., 1917-1938, Ankara, 1964, s.78)

Ayrıca Atatürk, çeşitli zamanlarda komünizmi tehlikeli gördüğünü ve hiçbir zaman bu karanlık sisteme geçit vermeyeceğini ifade etmiştir. Atatürk'ün bu konudaki bir sözü şöyledir:

6 Şubat 1921'de,

"Komünizm içtimai bir meseledir. Memleketimizin hali, memleketimizin içtimai şeraiti, dini ve milli ananelerinin kuvvetli, Rusya'daki komünizmin bizce tatbikine müsait olmadığı kanaatini teyit eder bir mahiyettedir." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. III, 2. Baskı, s .20)

2 Kasım 1922'de,

"Şurası unutulmamalı ki, bu tarz-ı idare, bir bolşevik sistemi değildir. Çünkü, biz ne bolşevizim ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız. Hülasa, bizim şekl-i hükümetimiz tam bir demokrat hükümetidir ve lisanımızda bu hükümet halk hükümeti diye yad edilir." (Ag.e, c .3, 2. Baskı, s. 20)

21 Haziran 1935'te,

"Türkiye'de bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü, Türk Hükümeti'nin ilk gayesi halka hürriyet ve saadet verme, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır." (A.g.e., c. 3, 2. Baskı, s. 99)

------------------------------------------------------------------------


Başkomutanlığını yaptığı Kurtuluş Savaşı zaferinin tek sahibi olarak Türk ordusunu gösteren Atatürk, Türk erinden duyduğu memnuniyet ve güveni şu sözleriyle dile getirmiştir:

Türk neferi kaçmaz, kaçmak nedir bilmez. Eğer Türk neferinin kaçtığını görmüşseniz, derhal kabul etmelidir ki, onun başında bulunan en büyük komutan kaçmıştır." (Atatürk'ten Seçme Sözler, Derleyen: Cihat İmer, Remzi Kitabevi, 1989, s. 137)

"Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur (yılgınlık) bile gösteremiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran'ı Kerim, Cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler, kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur." (Atatürk'ten Seçme Sözler, Derleyen: Cihat İmer, Remzi Kitabevi, 1989, s. 136)

Atatürk, Türk askerinin, vatan sevgisini ve imanını anlatarak, eşsiz özelliklerin tarifini bu sözlerinde yapmıştır. Türk askerlerinin birlik olup oluşturduğu, üstün gücü ise şöyle tarif etmiştir:

"Benim için ordumuzun kıymetini ifadede ölçü şudur: Türk ordusunu bir kıtası muadilini behemahal mağlup eder. İki mislini durdurur ve tespit eder (ve yerine çiviler)." (Atatürk'ten Seçme Sözler, Derleyen: Cihat İmer, Remzi Kitabevi, 1989, s. 134)


----------------------------------------------------------


"Türk Ulusu daha dindar olmalıdır. Yani tüm sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum..." (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, cilt 3, s. 69-70, 29.10.1923, Fransız yazar Maurice Pernotya verdiği demeç)

MİLLETİMİZ, DİN VE DİL GİBİ KUVVETLİ İKİ FAZİLETE SAHİPTİR. Bu faziletleri hiç bir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz. (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, sf.66)

"Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam'ın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı." (Atatürk'ün S.D. II, 1923, s. 127)


Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dinî gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur. Anayasası, hepimizce bilinir ki, şanı büyük olan yüce Kur'an'daki naslardır*. İnsanlara gelişme ve aydınlanma ışığı vermiş olan dinimiz, son dindir, en eksiksiz dindir. 1923 yılında Balıkesir Zağnos Paşa Camii'nde minberden söylemiştir:
1923 (Atatürk'ün S.D.11, s. 94)


"Din insanların gıdasıdır. Dinsiz adam boş bir eve benzer. İnsana hüzün verir. Mutlaka bir şeye inanacağız. Bu dinlerin en sonuncusu, elbette en mükemmelidir. İslam dini hepsinden üstündür. Onun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir Meydan Muharebesi'nde kazandığı zafer, fâni insanların kârı değildir. Onun peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır. (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.2)

"Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler." (Urduca Yayınlarda Atatürk, A.Ü. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yayını, 1979, s. 70-71)


Atatürk, 1923 yılında Konyada Darül Hilafetül Aliye Medresesinde ahlak dersinin okutulduğu bir sınıfa girmiş ve Hamdi Zade Hamdi adlı bir öğrenciden İnnallahe yemürüküm en tüeddülemaneti, ila ehliha...(Nisa Suresi 58) (Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor) ayetini yorumlamasını ve ayetten çıkan ahlak ilkelerini açıklamasını istemiştir. Öğrencinin açıklamalarının ardından Atatürk, öğretmen ve öğrencilere Bu ayet-i kerimeyi muvaffakiyatımız için yegane bir delil hayr eylerim diyerek duygu ve düşüncelerini açıklamıştır. (Her Yönüyle Atatürk, Altıner, Ankara, 1962, s. 487, Mahmut Yağmurdan naklen)


-----------------------------------------------------------

Hafız Yaşar Okur şöyle anlatıyor:

Binbaşı Hafız Yaşar Okur, Atatürk döneminde 15 yıl boyunca Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyetinin, yani Cumhurbaşkanlığı Fasıl Topluluğunun şefiydi.

Atatürkün emriyle Türkçe ezanı Beyazıt Camii nde ilk defa okuyan değerlı bir müzisyen ve hafızdır.

İran Şahı Rıza Pehlevi Atatürkü ziyarete geldiğinde Hafız Yaşar Okur, Atatürkün talimatıyla önce Kuran-ı Kerimden bir sure, sonra da Süleyman Çelebinin Mevlidinden bir Bahir, en son da Beyatı Ayının bir kısmını okumuştur.

Atatürk zaman zaman bana Kuran-ı Kerım ve Mevlid-i Şerif in Veladet Bahri ni bilhassa rast makamında okuturdu. Yasin suresini dinlemeyi sever, bazen de sesi güzel olan manevi kızı Nebile Hanıma aynı sureyi okutur, dinlerken çok mütehassıs olduğu görülürdü. Atatürk Muzıka veya Fasıl heyetinde resmi görevli olan hafızlara Ramazanda eğer camilerde mukabele okuyorlarsa izin verir, musiki gecelerindeki fasıllarda bulanmaları hususunda asla ısrarlı olmazdı.

Atatürk zaman zaman İstanbul daki cami hocalarını, hafızları davet eder; onlarla dini sohbetlerde bulunur bazen de Kuran-ı Kerim den bır sureyi yazdırıp söz ve sesle okumalarını isterdi. Sonunda surenin, ayetlerinin Türkçe açıklamalarını ister, eğer açıklamalarda bir eksiklik, yanlışlık olursa çok üzülürdü.

Hocalardan vaazlarında dini telkinlerınde bilinçli olmalarını, cemaati öylece iyi bir şekilde aydınlatmalarını bilhassa isterdi, öyle beklerdi.

Aynı musiki heyetinde 12 yıl kadar müzisyen olarak görevli olan Ferit Tan Atatürkün masasında Kuran-ı Kerim-i gördüğünü dikkatle okuduğunu anlatmıştır.

Ramazan ayında Kuran ve mevlit okutur ve bundan çok zevk alırdı.

Ramazanda ve Kandil gecelerinde de saz çaldırmazlardı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kuranı Kerimden bazı sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu ile dinlerlerdi.

Ramazanda Kuranı Kerîm dinleyen Atatürk, kendi makamına ait saz heyetini bir ay boyunca huzura kabul etmiyor ve ülke genelinde şehitler için mevlit okutuyordu.

Ben Kuranı Kerim okurken ruhen çok mütelezziz olduğu her halinden anlaşılırdı. Bayramın birinci günü akşamı Çankaya Köşküne davet ediliriz, geç vakitlere kadar huzurlarından ayrılmazdık ve namütenahi iltifatlarına mazhar olurduk.

Atatürk Ramazan ayında Hacı Bayram Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhuna hatmi şerif okunmasını emretmiştir.

O günlerde civar kasaba ve köylerden gelenlerle de cami hıncahınç dolardı. Atamın emirleriyle şehitlerimizin ruhuna hediye edilen bu hatmi şerif kıraatlerinde ilahi nağmeler cami duvarlarında ihtizazlar yaparak dalga dalga yayılırdı. Bu sırada cemaat huşu içinde dinler, şehit kardeşlerinin, babalarının ve dedelerinin ruhlarının istirahatı için dua ederler, sıcak gözyaşları dökerlerdi.

Atatürk, Mevlidi Şerifi bölümlerine kadar bilecek kadar bilgiye sahipti

Bir gün beni huzuruna davet etti. Surei Yusuftan bir sahife okumaklığımı söyledi ve okudum. Atatürk derin bir müşahedeye vardı. Sessiz sedasız dalgın ve kendinden geçiyordu. Kıraatı (okumayı) müteakip pek sevdiği Süleyman Çelebinin Mevlitinin Viladet bahrini (bölümünü) okumamı söyledi. Okudum. Çok mütehassis oldular. Ve Mevlidi ne zamandan beri okuduğumu ve hafızlığımın tarihini sordu.

Atatürk camileri ibadet için olduğu kadar, düşünmek, meşveret etmek için de birer mukaddes yer olarak telakki ederdi."

"Peygamber Efendimizden de büyük bir takdirle bahsederdi. "

"O devirler için hep `Hazreti Peygamberin zamanı saadetlerinde diye iyi devlet adamı, iyi bir başkumandan olduğunu da sık sık tekrarlardı.

"Hafız Yaşar, Atatürkün Beylerbeyi Dergahı Şeyhi Seyyid Efendinin torunu ve Nesip Efendinin kızı Nebileye Kuran okuturdu. Bazı geceler Atatürkün huzurunda Yâsin Sûresini okurdu. Atatürkün gözleri yaşarırdı ve çok mütehassis olurdu.

"Atatürkü ziyaret eden İran Şehinşahı Pehlevi için kendisine Kerbela şehadetine ait mersiye okutmuştur."

"Atatürk her yıl Çanakkale şehitleri için mevlit okutturmuştur. Bunun için hafızlara özel vapur tahsis etmiştir. "

"Dini konularda çok hassastır. Dini yaşayanlara çok saygı göstermiştir."


--------------------------------------------------------------------------------

Milletimiz din gibi kuvvetli bir fazilete sahiptir. Bu fazileti hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.

M.Kemal Atatürk

İslam Dininin son ve mükemmel din, Peygamberimiz (sav)'in de son peygamber olduğunu her fırsatta vurgulayan Atatürk, ulusuna da dindar olmayı, dinini öğrenmeyi öğütlemiştir.

M.Kemal Atatürk


YİNE YOUTUBE'da ATATÜRK'ün MSAONLUĞU İLE İLGİLİ BİLGİLERDE VAR SANIRIM BU BİLGİ KİRLİLİĞİNE DE RESİMLERLE BELGE SUNALIM.


--------------------------------------------------------------------------------------

HARUN YAHYA'nın SAMİMİ DİNDAR ATATÜRK KİTABINDAN

Atatürk'ü dinden uzak ve materyalist bir kişi olarak göstermek isteyenler şunu iyi bilmelidirler ki, Atatürk hayatı boyunca, temelini materyalizmden alan komünizme karşı büyük bir mücadele vermiştir. Bu konuyla ilgili olarak da, 'Şurası unutulmamalıdır ki; Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir.'1 talimatını vermiştir. Ayrıca Atatürk, Türk Ulusu'nun güçlü milli ve dini duygularının, kültürel ve sosyal yapısının, komünizmin ülkemizde yerleşmesine izin vermeyeceğini bildirmiştir.

-*----------------------------------------------------------------------------------


Atatürk'ün Günlüğünden Bazı Notlar

Mücadelesinde destek ve yardımı her zaman Allah'tan isteyen Atatürk, her fırsatta Kuran okutup dua etmeye önem vermiştir. Üstelik bu konuyla ilgili deliller Atatürk'ün kendi el yazısıyladır. Gençliğinden itibaren günlük tutma alışkanlığı olan ve bu alışkanlığını Büyük Taarruz döneminde de sürdüren Atatürk'ün notları, bize onun samimi inancını gösteren önemli delillerdendir. Aşağıda Atatürk'ün günlüğünden konumuzla ilgili bazı bölümleri aktarıyoruz :

9 Mart 1922, Perşembe - Sivrihisar

Saat 8'e doğru (akşam) İsmet Paşa geldi. Evvela yemek. Yemekten sonra 10 Mart için program kararlaştırıldı. Siyasi durum hakkında... bilgi verdim. Ondan sonra hafıza Kur'an okuttuk.

10 Mart 1922, Cuma - Aziziye

Saat 5 (akşam) Aziziye, yorgunluk hissettim... Bir saat kadar uyudum. Sonra vücudumu süngerle sildim. Yeterli istirahat etmiştim. İsmet, Yakup Şevki ve Selahattin Paşalar gelmişlerdi. Beraber yemek yedik. Bazı telgraflar gelmişti, gördüm. Hafıza Kur'an okuttum. Saat 10'da gittiler. Benim notları yazıyorum. Biraz kitap okuduktan sonra yatacağım. Yarınki planımız üç tümenin teftişidir.

17 Mart Cuma - Akşehir

Tayyare bölüğünü teftiş. Fazıl Bey ve diğer bir pilot uçtu. Fransızlardan alınan 14 tayyare Adana'ya gelmişti... İki tayyare uçurmak istedik. Motorları işletmek güç oldu. Biri uçabildi.

Karargaha dönüş. Saat 8'e kadar yalnız kaldım. Mustafa Abdülhalik Bey geldi. Hafıza Kur'an okuttuk. İsmet Paşa da geldi. Yemekten sonra gittiler.

20 Mart Pazartesi-Akşehir

Müdafaa-i Hukuk heyeti, İhsan, Fahrettin Paşalar geldi.

İhsan Paşa (Ali İhsan Sabis) şikayet etti. Haksızdır. Açık konuştum. Otomobille gezdim. İsmet Paşa'ya gittim. Beraber bize geldik. Fahrettin (Altay) Paşa ve kurmayını yemeğe davet etmiştim. Hafıza Kur'an okuttuk.

24 Mart Cuma - Akşehir

Mütareke teklifini Celal Bey bildirdi. Cuma namazında hafız Ulucami'de mevlüt okudu... Gece yarısından sonra saat 5'e (sabah) kadar Ankara'da Bakanlar Kurulu ile görüşme yaptım.. ( 16 Ali Mithat İnan, Atatürk'ün Not Defterleri, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1996, s. 122-127, Ek 10, 11, 12, 13 )

------------------------------------------------------------

Atatürk'ün İslam'da Vicdan Özgürlüğü
Konusundaki Yorumu


İslamiyet insanları din ahlakına uymaya çağırır. Kabul edenin mükafatı veya kabul etmeyenin cezası Allah katındadır. Müslümanlara bu konuda düşen görev, sadece insanları Allah yoluna çağırmaktır. Uyup uymamak kişinin kendi seçimidir. Atatürk'ün bu konuyla ilgili olan şu sözleri, Kuran ahlakına tamamen uymaktadır:

Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz, dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasde ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz. ( Sadi Borak, Atatürk ve Din, 1962 (A. Gürtaş, s. 34) )

Atatürk'ün söz konusu laiklik tarifi İslam'ın ruhuna ve amacına tamamen uygundur. Kuran-ı Kerim'de, bir kimsenin dini kabul etmesinin kendi kararı olacağı, dini kabul etmezse bunun için kendisine zorlama yapılamayacağı şöyle bildirilir:

Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)

--------------------------------------------------------------------------

Bilime Verdiği Önem

Atatürk'ün önem verdiği ve savunduğu kavramların dinimizle olan uyumunu hemen her alanda görmek mümkündür. Atatürk'ün bilim konusundaki yaklaşımı bunun bir başka örneğidir. Atatürk, "İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur"derken ( Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 44 ) aslında Peygamberimiz (sav)'in asırlar öncesinde söylediği "ilim Çin'de bile olsa alınız" buyruğuyla tamamen paralel bir prensip ortaya koymuştur.

İslam'da bilime verilen önem Kuran'da açıkça belirtilmektedir. Kuran ayetlerinde Allah; insanları düşünmeye, incelemeye ve araştırmaya çağırır. Bir ayette şöyle buyrulur:

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)

Gerek gökyüzü, gerek yeryüzü, gerekse bu ikisi arasında yaşayan canlılara baktığımızda her birinin kendilerini var eden Yaratıcı'nın varlığını tasdik ettiğini görürüz. Evreni ve içindeki tüm varlıkları incelemenin ve Allah'ın yaratmasındaki sanatı keşfedip insanlığa açıklamanın yolu "bilim"dir. Dolayısıyla İslam Dini, bilimi Allah'ın yaratışındaki detaylara ulaşmada bir yol olarak benimser ve bu nedenle bilimi teşvik eder. Atatürk'ün bilime verdiği önem, bu manada anlaşılmalıdır.


Balıkesir Hutbesi

Atatürk'ün din konusundaki samimiyetini ve dinine olan bağlılığını ortaya koyan diğer bir tarihi delil de onun çıktığı bir yurt gezisi sırasında Balıkesir'de vermiş olduğu hutbedir. Atatürk, bu hutbeyi, 7 Şubat 1923 tarihinde Zağanos Paşa Camii'nde vermiştir:

Ey Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe, memur ve Resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kuran-ı Azimüşşan'daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer İlahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün İlahi kanunları yapan Cenab-ı Hak'tır.

Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara yani iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı.

Efendiler... camiler; ibadet ve itaatle beraber din ve dünya için neler yapmak gerektiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni, başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir.

İşte bizim burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Milli emelleri, milli iradeyi yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bilinmesi neticesinden çıkarmak gerekir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.

... Efendiler! Hutbe demek halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım manalar ve mefhumlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irad eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zaman-ı saadetlerinde hutbeyi kendileri verirlerdi.

Gerek Peygamber Efendimiz gerekse Hulefayı Raşidin'in hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek peygamberin gerekse Hulefayı Raşidin'in söylediği şeyler, o günün meseleleridir. O günün askeri, idari, mali, siyasi ve içtimai konularıdır.

İslam ümmeti çoğalıp, İslam memleketleri genişlemeye başlayınca, Cenab-ı Peygamber ve Hulefayı Raşidin'in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmelerine imkan olmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar herhalde ileri gelenlerin en büyüğü idi.

Onlar cami-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruları söylemesi ve halkı aydınlatması; halkı, umumi ahvalden haberdar etmek son derece ehemmiyetlidir. Çünkü herşey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek, şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir.

Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın her halde halkın kullandığı dili kullanması lazımdır. Geçen sene BMM'de irad ettiğim bir nutukta demiştim ki: 'Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur.' Böyle olabilmesi için minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fenni ve ilmi hakikatlere uygun olması lazımdır. Hatiplerin siyasi, içtimai ve medeni ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olacaktır. ( Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93 )

Atatürk'ün dindarlığının önemli bir göstergesi de; elbette ki vatanın müdaafası için verdiği mücadelesidir.

Atatürk bütün yaşamını cephelerde mücadele etmekle geçirmiş, Kurtuluş Savaşı'na tek başına yön vermiş, Türk Ordusunun başına geçmiş ve büyük bir zafere imza atmış büyük bir komutandır.

İslam yurdu olan güzel vatanımızın düşmanın eline geçmemesi için herşeyi göze almış ve yıllarca mücadele etmiştir. Atatürk'ün önderliğinde yürütülen Kurtuluş Savaşı'nı büyük bir inançla gerçekleştiren Türk Milleti'nin tavrı, aşağıdaki Kuran ayetiyle büyük bir uyum içindedir:

Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez. (Bakara Suresi, 190)


Atatürk'ün Dine Hizmetleri

Atatürk'ün kişisel dindarlığı, uyguladığı din politikasında da etkili olmuştur. Büyük Önder'in Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi yönettiği 15 yıllık süreye baktığımızda, dinin doğru anlaşılması ve yaşanması için ciddi bir çaba gösterdiğini görebiliriz.

Atatürk bu amaçla Diyanet İşleri Başkanlığı'nı oluşturmuştur. Halihazırda müslümanların dini hizmetini yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı, bugün onbinlerce kişilik kadrosuyla, müslüman Türk milletine yıllardan beri dinimizin esaslarını öğretmektedir.

Atatürk, Kuran'ın Türk toplumu tarafından anlaşılması ve dolayısıyla uygulanması için büyük çaba göstermiştir. 1924-1938 yılları arasında, Kuran tefsiri ve meali olarak 9 büyük eser hazırlanmıştır. Dönemin en önde gelen din alimlerine hazırlattırılan ve çok titiz çalışmaların ürünü olan bu eserlerin hepsi, bugün de en muteber kaynaklar arasında yer almaktadırlar.

Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'ne kazandırdığı laiklik ilkesini "din aleyhtarlığı" gibi yorumlamaya çalışan materyalist grupların büyük bir çarpıtma yaptıkları ise açıktır. Laikliğe din aleyhtarlığı gibi bir anlam verilmesi, ancak söz konusu grupların özenip örnek aldıkları komünist rejimlerde olur. Stalin'in Sovyetler Birliği'nde, Enver Hoca'nın Arnavutluk'unda ya da Mao'nun Kızıl Çin'inde görülür. Batılı anlamda laiklik, tüm vatandaşların dini inançlarını ve bunların gereklerini istedikleri gibi yerine getirebilmeleri özgürlüğüdür. Kaldı ki Atatürk, söz konusu laiklik anlayışından bir adım daha ileri giderek, Türkiye Cumhuriyeti'ne "İslam dininin doğru anlaşılması ve yaşanması için" çaba harcamayı da bir görev olarak yüklemiştir.

Bu çalışmaların, dini ortadan kaldırmak değil, aksine dini inancı toplumda yaymak ve güçlendirmek, öte yandan din adına yapılacak yanlış yorumları engellemek amacı güttüğü açıktır. Atatürk'ün "dini kurum" olarak tanımlanan merkezlerin kapatılmasıtekke, türbe ve zaviyeleryönündeki girişimlerinin amacı da, bu kurumların dejenere olmuş ve dini inançlar yerine hurafeleri savunur hale gelmiş olduklarını görmesidir. Yani bu köhne kurumların tasfiyesi de, yine dine destek olmak amacıyla yapılmış hareketlerdir.

Unutulmamalıdır ki, bugün ülkemizin binlerce camisinde müslümanlar ibadetlerini rahatça yerine getirebilmekte, minarelerden ezanlar okunmakta, milletimizin iradesi Atatürk'ün 1920 yılında dualarla açtığı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde serbestçe tecelli etmekte ve bayrağımız özgürce dalgalanmaktadır. Şüphesiz ki, bunların tümü, Atatürk'ün sayesinde mümkün hale gelmiştir.

Bu hizmetler nedeniyledir ki, Atatürk vefat ettiğinde, dönemin Hindistan İslam Birliği Başkanı olan ve daha sonra Pakistan Devleti'nin kuruculuğunu yapan Muhammed Ali Cinnah, üzüntüsünü "O'nunşahsında yalnız İslam alemi değil, bütün dünya en büyük insanlardan birini kaybetti" ifadeleriyle dile getirmiştir. (Prof. Dr. İsmet Giritli, Atatürk, Laiklik ve Din, Rönesans Dergisi, Şubat 1991, sf.20)


Atatürk, İslama inanan samimi bir dindar olarak laikliği din ve vicdan özgürlüğünün temeli olarak kabul etmiştir.


---------------------------------------------------------------------------------

Atatürk, aynı ismi taşıdığı Hz. Peygambere son derece bağlı ve saygılı bir insandı. Bu saygı ve bağlılığı ifade etmesi açısından şu olayı nakletmemiz yerinde olacaktır: Batılı bir oryantalistin, Hz. Peygamber hakkında yazdığı bir kitap kendisine sunulur. Kitapta Yüce Peygamberimizden "Cezbeye tutulmuş sönük bir derviş" diye söz edilmektedir.

Bunu okuyunca Atatürk öfkelenerek şöyle der: "Bu gibi cahil adamlar Onun yüksek şahsiyetini ve başardığı büyük işleri kavrayamazlar. O, Allahın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonsuza kadar O anılacaktır, yaşayacaktır." ( kynk: Hürriyet - Atatürkün din anlayışı (1))

Atatürk'ün laiklikle ilgili görüşünü, Nutuk'tan aldığımız kendi sözleriyle belirleyelim:

"Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların, vicdan, ibadet ve din hürriyetlerini tekeffül etmektir." Yani, din hürriyetine kefil olmaktır.

Atatürk'ün de işaret ettiği gibi "İslam dini hürriyet-i efkára mani değildir". (Fikir ve düşünce hürriyetine engel değildir.) Dinde zorlama yoktur. Zaten, Kur'an-ı Kerim'in Bakara Suresi 256. Ayeti'ndeki "la ikrahe fiddin" (dinde zorlama yoktur) hükmü de bunu emretmiyor mu?

O halde laiklik, dinsizlik demek değildir. Nitekim Atatürk, "Laik hükümet tabirinden dinsizlik manasını çıkarmaya yeltenen fesatçılara fırsat vermemek lazımdır" demiştir.


------------------------------------------------------------------------------------

26 Temmuz1930da Edirne Bölgesinde kasırga olmuş,birçok hasar meydana gelmiştir.Atatürk aynı yıl Aralık ayında Edirneyi ziyaret eder.İncelemelerde bulunur.Selimiye Camiine de uğrar.Pekçok camii gibi Selimiyenin de minareleri hasar görmüştür.Atatürkün Camii içindeki ilk sözü: Efendiler hiçbir dine mensup olmayan kalp istirahatten mahrumdur olur.

Ayrılırken,İl Bayındırlık ve Vakıf Müdürlerine; Camide ne kadar hasar varsa üç gün içinde bana çıkarın der.25 Aralık1930da ödenekler Edirneye gönderilir.Hasarlı Camiiler gecikmeden onarılır.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Atatürk Kuranı da iyi biliyor, dinimizi de Gerçek din adamlarına saygı duyuyor. Onlarda da saygı uyandırıyor.
İlk Türkçe hutbeyi veren ve bu geleneği Anadoluya yerleştiren O İlk kez Kuranı Türkçeye çevirttiren ve şiir olarak çevrilmesi için çaba gösteren O Ezanın Türkçeleştirilmesini sağlayan gene O
Yaşamın hiçbir anında dine ve dindarlara saygısızlık etmemiş.
17 Kasım 1984 tarihli Cumhuriyette aktarmış olan Emekli Öğretmen Mahmut Yağmur şöyşe diyor:
Atatürk laiklik ilkesini oluştururken çok duyarlı davrandı. Dinlerin, toprağın derinliğine kök salmış toplumsal kurumlar olduğunu gözönünde tuttu. Hz. Muhammedin İnsanlar, dokumacı tarağının dişleri gibi birbirine eşittirler. Beyazı, zenciden; Arabı, Arap olmayandan daha üstün yapan bilim ve eğitimdir buyruğuna uydu
Ve Sayın Yağmur ekliyor:
Atatürk, Tanrıyla kul arasındaki yola dikilen usdışı engelleri yıktı. Mezhep, inanç ayrılığından doğan düşmanlıkları ortadan kaldırıp ulusal bütünlüğümüzü sağladı.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Bolu Beyi

0
İyinet Üyesi
Katılım
7 Nisan 2010
Mesajlar
2,895
Reaction score
36
Yazı çok uzun olduğu için okumaya üşendim açıkcası ama son kısımda yazdığınız "yaşar nuri öztürk" ismini görünce iyice üşendim.

(NOT: Yaşar Nuri Öztürk kimdir?
Günümüz şartları değişti artık 5 vakit değil 3 vakit namaz kılınabilir, bayanlar çıplak bir şekilde namaz kılabilir vs vs.... gibi saçma sapan kendi kafasından uydurduğu fetvaları veren, kendisini din alimi diye tanıtan adamdır...)
 

ozgurruh

0
İyinet Üyesi
Katılım
28 Eylül 2010
Mesajlar
2,829
Reaction score
32
Konum
ANKARA
Üşenen çok olacaktır buna diyecek birşeyim yok. Ancak her daldan örnek verdim videolarda dikkat çekici kişilerin olması da önemlidir. Ayrıca ben sadece adamın bu videodaki konusmalarını begendiğimden ve ATAMIZ ile ilgili sözlerinden bahsetmesinden ötürü ekledim. Beğenmiyor olabilirsiniz elbette bu çok çok doğal.
 

Mertcan'K

0
İyinet Üyesi
Katılım
1 Nisan 2011
Mesajlar
1,219
Reaction score
21
Konum
Adapazarı
Yazı çok uzun olduğu için okumaya üşendim açıkcası ama son kısımda yazdığınız "yaşar nuri öztürk" ismini görünce iyice üşendim.

(NOT: Yaşar Nuri Öztürk kimdir?
Günümüz şartları değişti artık 5 vakit değil 3 vakit namaz kılınabilir, bayanlar çıplak bir şekilde namaz kılabilir vs vs.... gibi saçma sapan kendi kafasından uydurduğu fetvaları veren, kendisini din alimi diye tanıtan adamdır...)

Aynen öyle. Din hakkında böyle şeyleri öne süren bu adam Atatürk hakkında neler söylemez?
Okumadım ama paylaşımın için teşekürler.
 

ozgurruh

0
İyinet Üyesi
Katılım
28 Eylül 2010
Mesajlar
2,829
Reaction score
32
Konum
ANKARA
Arkadaşlar bu ve bunun gibi çalışmaları yapmayı düşünüyorum. Okumak isteyen okur ancak okumak istemeyen okumaz. Ben de okuma kültürümüz olmadığından ( sözüm meclisten dışarı ) milletimiz kestirmeden izlediği veya duyduklarına daha kısa sürede inanabiliyor. Ben okumak ve araştırmadan yanayım. Yaşa Nuri Öztürk'ü sevmeyen çoktur. Zaten bir araştırmada hep sevilenleri koymakta yanlış olur. Ancak baştan sona izlerseniz sadece ATATÜRK ile değil genel çaplı açıklamaları vardır. Ancak tabiki izlemek okumak sizlere kalmış. Saygı duyarım.
 
T

themaniac

Misafir
Hocam yazi diziniz cok guzel olmus ellerinize saglik. Hatta eger bulabilirseniz Ataturk'un olmeden once soyledigi bir soz vardi. malum Ataturk olmesine yakin zamanlarda ser ve mason odaklari Ataturk'u az olsa kandiriyorlar ve din ile insanlarin arasini ayirmaya yonlendiriyorlar, yeniliklere din olursa kapali kalacak insanlar falan filan diyerekten. Ama olmesine yakin Ataturk Turk insaninin bu guzel haline sebep olan seyin Islam ve Kur'an oldugunu, bunlarin ellerinden alinirsa Turklugun kaybolacagina dair bir kac sey soylemistir ve bu o zamanin gazetelerinde cikmistir. bunu da bulup eklerseniz guzel olur.

Ayrica guzel bir seyi anlatmissiniz ama bu arkadaslarinda takildigi Yasar Nuri gibi seviyesiz insanlarin videolarini koymasaydiniz. Onun yerine sazi sozu dinlenen serefli insanlari koysaydiniz. Cunku Yasar Nuri Ozturk kendi sapik videolari ortaya cikmasin diye mason localarinin dogrultusunda yanli fetva veren, ve munafikcasina yasayan birisidir. Kendisinin bilgisi cok yuksektir, hatta ogretmenlik yaptigi ilahiyet fakultelerinde dogru bilgileri vermektedir ancak televizyon karsisinda hep yalanlarla konusmaktadir cunku kendisinin yaptigi bir kac gecelik kacamaklari videoya kaydedilmis oldugu icin bu rezilligi kimse gormesin diye kendi ahiretini ve bir cok insanin ahiretini zora sokmustur.
Allah islah eylesin
 

ozgurruh

0
İyinet Üyesi
Katılım
28 Eylül 2010
Mesajlar
2,829
Reaction score
32
Konum
ANKARA
Teşekkür ediyorum themaniac düşüncelerin için. Yaşar Nuri Öztürk'ü bir çok kişi sevmez yeminle ben de sevmem. Ancak burda netlik çok önemli. Yani şunu demek istiyorum. Herkesin sevdiği birisini koymak doğru olmayacağını düşündüm. Kaldıki ben hep bu şekilde düşünürüm. Herkesin sevdiği ve inandığı kişiden alıntılar yapsam ben net objectif olamazdım. Benim kendi düşüncem bu o yüzden de bu şekilde örnekleme sundum. Yaşar Nuri Öztürk'ü es geçebilirsiniz dinlemeyebilirsiniz düşüncelerinize saygılıyım.
 

Türkiye’nin ilk webmaster forum sitesi iyinet.com'da forum üyeleri tarafından yapılan tüm paylaşımlardan; Türk Ceza Kanunu’nun 20. Maddesinin, 5651 Sayılı Kanununun 4. maddesinin 2. fıkrasına göre, paylaşım yapan üyeler sorumludur.

Üst