İyinet'e Hoşgeldiniz!

Türkiye'nin En Eski Webmaster Forum'una Hemen Kayıt Olun!

Kayıt Ol!

NEŞE VE HÜZÜN- AHMET ALP ALTAY

ahze21

0
İyinet Üyesi
Katılım
26 Nisan 2008
Mesajlar
14
Reaction score
1
Uzun bir yolculuk doğrusu. Saatlerdir yoldayım. Gerçi pek alışık olmadığım bir durum değil. Sohbet ve konferanslar dolayısıyla uzun zaman evimden ve küçük ama şirinmi şirin ikiz kızlarımdan uzak kalmak bana pek yakın bir kavram. Bazen bu durum evde huzursuzluk yaratsa da hanımla bir iki küçük istişareden sonra huzursuzluğu kapatabiliyorduk. Hoş, hanım benden de heveslidir çevresindekilere Allah’ı ve Resulünü anlatmakta. Çocuklar doğduktan sonra bile sağa sola, aile dost ve ahbaba sohbet için çok gitmiştir. Halen, azalttığı ama bırakmadığı, bu vazife çocukların daha çok ilgi ve alaka istemeleriyle kendi mahallemiz ve çay günlerinde devam etmekte. Bu vazifeyi ondan baş göz üstüne aldığımda durumun ne gibi şerait içerisinde yürüdüğünü bilmesi benim uzaklarda vakit geçirmemi kolaylaştırıyor. Yine de bazen bana “Bey, hiç olmazsa seferi namazlarını evde kıl!” diye takılmadan edemez. Bu arada, bu sözü ne zaman hatırıma getirsem yüzümde hınzır bir tebessüm oluşmuyor da değil

Yine bir konferans daveti aldığım günlerden birinde yola revan olmuş, saatlerdir, benim nazarımda Mercedes ama dostların arasında külüstür ve dül dül olarak tanımlanan, arabamın içinde yolculuk ediyordum. Konferansa beni götürecek arkadaşımın son anda, soğukta kendine dikkat etmeyip, üşütmesi neticesinde, tek başıma arabadaydım. Allah’tan ki, radyodan gelen kuran sesi, muhteşem bir karinin dudaklarından radyo aracılığıyla kulaklarıma, oradan da kalbime ve dolayısıyla ruhuma işleyip dinlendiriyordu. Nereden de denk gelmişti bilmem. Teknoloji dersi görüyor olsam sıfırcı hocalara çattık diye sitem edecek bir halim vardır. Mepe üçmüş, dörtmüş, yok on dörtmüş hiç anlamam. sevkenlerden kalma arabamın antika diye tabir edilebilecek radyosuyla ahbaplığa başlamıştım.

Sahil yolları beni hep dinlendirir. Bazen benim mercedesi haşin bir pilot edasıyla sola çeker ve yüksek bir yerden o doyulmaz deniz manzarasının keyfine bakarım. Hele ki dağ eteğindeysem değmeyin bana. Bir sonu görünmez deryaya bir de yamaçlarında bulunduğum, gelin duvaklı dağın şahikasına bakar iç geçirip rabbimin sonsuz ilmi ve kudreti hakkında tefekkür ederim. Mis kokulu keklik kokuları geldi mi burnunuza, işte ben o dağ eteğinde keklik ve papatya kokularına hayran bir vaziyette çok kez dalıp davetli olduğum konferansa geç kalmışımdır. Ne yapalım; ister yaşlılık deyin isterseniz gaflet bazen âlem değiştiriyor işte insan.

Uzun yolculuğum devam ediyordu. Sahil kenarından yolu takip ediyordum. Yaz günü olduğundan pencereyi açarak deniz kokusunu içeriye, ta ciğerlerime davet ediyordum. Akşam karanlığı beni o muhteşem deniz manzarasından mahrum etmişti. Teselli kaynağım sadece mis kokusuydu.

Yol ve karanlık uykumu getirmesin diye önüme çıkan ilk dinlenme tesisine, abdestimi alıp su içeyim diyerekten daldım. Tesis bulunduğu şehre fazla da uzak değildi. Biraz ötede ışıklarını görüyordum. Benim istikametim üzerinde ki son yerleşim yeri.

Abdest ve arkasından namaz bütün uzuvlarıma tatlı bir canlılık getirmiş bir halde tesisten kendimi dışarıya attım. Kapalı yerlerdense açık havayı hep tercih etmişimdir. Binanın arkasından gelen dalga sesleri kayalara çarpıyor ve bu ses beni kendisine cezp ediyordu. Dayanamadım ve koştum kendisine doğam karşımda arzı endam ediyordu. İstifini bozmaya da niyeti yok gibiydi.

Yaşı ortalama on iki veya on üç yaşında olan bir çocuk, elinde bira şişesiyle, kayaların üzerine oturmuş, arabesk olduğu her halinden belli olan bir şarkı patlatmış, demleniyordu. Dayanamadım vardım yanına. Beni görünce tırsar gibi olup alelacele ayağa kalkarak bir iki adım geriye sendeledi.. Tabi, heybetim herkesin dilinde, diyemem ama bir zamanların deli güreşçisi duruyordu karşısında. Elimle otur diye işaret ettikten sonra yüzümdeki samimiyete güvenmiş olacak ki durakladı. İlk ben oturdum ve yine oturmasını işaret ettim.

Tahminim doğruymuş, daha çok küçük. Adı Metin idi. Sohbet esnasında elindekini, hep arkasında, bana göstermemek için saklıyordu. Saygılı olduğu belliydi. Yüzsüzlük yapıp “sana ne babalık” demiyordu ya, ona şükür.

Ne o arkandaki, dedim, sakladığı yerden çıkarıp gösterdi. İçkiden zaten kızarmış olan yüzü iyiden iyiye kızardı. Sana bu yaşta kim içki satıyor ki evladım? , diye sordum. Gözleri nemlendi. Bir iki yutkundu; ben bunu bakkaldan almadım amca, dedi. Gözlerindeki biriken yaşlar boşalmıştı. şıp şıp sahilde, üzerinde oturduğu kayaya damlıyorlardı. Denizdeki yakamoza bakıp onun yaşlarını silmesine fırsat verdim. Gözlerimi gözlerine çevirdim yaşlar silinmiş ama burun çekmesi başlamıştı. Yazık! Bu yaşta burada içki içiyor bu nasıl olabilirdi ki? Bu yerde bu saatte aklı bağında yetişkin insan bile işi varsa ancak durur. Bu çocuk kendini nasıl emniyette görüyordu ki burada?

Ee? Nereden buldun o zaman o şişeyi bakalım? diye sordum. Elindeki şişeye bakıp bir iki iç geçirerek; babam akşama doğru eve gelir hep. Bugün daha da erken geldi. İşi yok. Bulamadı da. Borçla alıp eve getirdiği bira şişelerinden sadece biri bu. Evde annemle kavga etti. Dayanamayıp bir şişeyi de ben alıp kaçtım dışarıya.

Dakikalarca oturdum orada onunla. Şimdi sıra bendeydi; o anlattı ben ağladım. Gözyaşlarım sahile vuran milyonlarca damlaya eşlik ediyorlar ve kayalara vuruyorlardı…

Saatler sonra yine yoldaydım. Küçük arkadaşımı anne babasına sağ salim götürdükten sonra, yapabileceğim bir şey var mı diye sorup tekrar kaçtım o kayaların yanına. Saatlerce orada oturup düşündüm. Dünya ne garip diye sordum kendime. Bazısı küçük bir topun yuvarlanmasından bile keyif alarak kahkahalar atarken bazısı ise yaşanılmayacak ortamlarda hayat mücadelesi veriyordu. Benim gibi birisi denizden, dağdan çiçekten zevk alıp o anın tadını çıkarırken, bir küçük yürek ise, ağlamalar eşliğinde işsiz babasının dövmüş olduğu annesini düşünerek yine babasından çaldığı birayla teselli olmaya çalışıyordu. Gülmek ne kadar güzeldi ama bize ne kadar uzak kalmalıydı. Biz ki hüzün peygamberinin (sav) ümmetiyiz, en çok yakığan hüzün olmalı bize. Hiç olmazsa ağlayanların hatırına. Yüzlerine gülerek bakamayacağımız garibanların hali hatırına. Gülmek bize en az uğrasın.. Rabbim bizi Resulü, Hüzün peygamberine layık ümmet eylesin. Amin.

Ahmet Alp Altay
 

Türkiye’nin ilk webmaster forum sitesi iyinet.com'da forum üyeleri tarafından yapılan tüm paylaşımlardan; Türk Ceza Kanunu’nun 20. Maddesinin, 5651 Sayılı Kanununun 4. maddesinin 2. fıkrasına göre, paylaşım yapan üyeler sorumludur.

Backlink ve Tanıtım Yazısı için iletişime geçmek için Skype Adresimiz: .cid.1580508955483fe5

Üst