İyinet'e Hoşgeldiniz!

Türkiye'nin En Eski Webmaster Forum'una Hemen Kayıt Olun!

Kayıt Ol!

Ateizm ve Ateist

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

muhsin iyi

0
İyinet Üyesi
Katılım
28 Temmuz 2011
Mesajlar
258
Reaction score
1
Allah’ın (c.c.) varlığı ve yokluğu konusu, içerisinde bulunduğumuz çağda ortaya çıkmış yeni bir tartışmadır. İnsanlık daha önceki çağlarda Allah’ın (c.c.) varlığı konusunda hiç bir kuşkuya kapılmamıştır.
İnsan Allah’ın (c.c.) varlığı konusunda nasıl herhangi bir kuşkuya düşebilir ki?.. Bunu aklı başında olan bir insanın anlaması gerçekten çok zordur. Nedense bu konuda başkalarının da benden farklı düşüneceklerini sanmıyorum. Çünkü öncelikle insanın kendi varlığı; vücudu, her bir organı mükemmel bir yaratıcıyı gerekli kılmaktadır.
Farz edelim ki, bir gün insanlar çeşitli gezegenlere de yolculuk yapmaya başladılar. Tıpkı bir şehre gider gibi uzayın çeşitli gezegenlerine toplu geziler düzenlemektedirler. İşte böyle bir gezinti sırasında yeni keşfedilen bir gezegende bir insan heykeline rastlanır. Bu heykelin bütün dış organları tıpkı canlı bir insanınki gibidir. Ama tüm aramalara ve araştırmalara rağmen bu gezegende o heykeli yapacak canlı bir varlığa tesadüf edilmez. Bu durumda buna tanık olan insanlar, heykelin varlığı ve yaratıcısı konusunda ne düşüneceklerdir? İçlerinden bir filozof kalkıp da ilgili heykelin oluşumunu gezegendeki ısı değişimi, rüzgar, akar su gibi doğa güçlerinin bir kaya bloğunu biçimlendirmesiyle izah etmeye kalkarsa yada tek bir atomun diğer atom ve elementlerle türlü koşullarda ve çeşitli uygun tesadüflerin birleşmesiyle ve kaynaşmasıyla meydana geldiğini iddia ederse buna elbette herkes gülecektir. Bir doğa gücü olan ısı değişimi, rüzgar ve akar su gibi öğeler gerçi kaya bloğunu parçalayabilirler. Çeşitli biçimlere sokabilirler. Kum ve toprağa da dönüştürebilirler. Ama bu doğa güçleri, ona bir insan heykeli görünümü veremez. Bunun gibi tek bir atomun diğer atom ve elementlerle tesadüfen birleşmesi ve kaynaşması ile böyle güzel bir sanat eserinin meydana gelebileceğine de kimse ihtimal vermez. Herkes bilir ki, bunu ancak hayal kuran, tasarlayan, ölçüp biçebilen, bu konuda eğitim almış, eli maharetli bir heykeltıraş yapabilir. Gerçek budur. İlgili heykelin kendiliğinden meydana geldiğini düşünmek büyük bir saflıktır, aldanıştır. Basit bir heykel için durum böyle iken içerisinde yaşadığımız dünyada en mükemmel tarzda yaratılmış, vücudu, organları yaşam için en ideal tarzda biçimlendirilmiş bir insanın varlığını ve yaratılışını nasıl tek hücreli bir canlıyla ve onun doğa güçleri ve tesadüfler ile evrimleşmesiyle izah edebiliriz? Kaya bloğundan yapılmış basit bir heykel parçasına bile bir heykeltıraş aranırken capcanlı; ruh, nefis ve irade sahibi bir insan için bir yaratıcı düşünülmemesi ondan daha büyük bir saflık, aldanışlık olmaz mı?
Bu gerçekliğe karşın bir kısım insanlar, düşünürler çağımızda Ateizm’i bir inanç biçimi olarak görmekteler. Ben nedense hiçbir Ateist’in mutlak anlamda yaşamının tüm anlarında Ateizm’i savunmasını olanaksız görmekteyim. Bir Ateist arkadaşlarına Allah’ın (c.c.) olmadığını iddia edebilir, bu konuda onlarla tartışabilir de. Yalnız başı derde girdiğinde veya kötü anlarında ilk anımsayacağı Allah (Celle Celâluhu) olur; kalbinde O’ndan yardım umar. İnternette rastladığım şu kısa öykü bu durumu çok güzel bir şekilde örneklemesi bakımdan ilginçtir:
“Henüz yirmi yaşında bile değildim. Haruniye'nin meşhur kaplıcasına gidiyordum. O zamanlar, her şoför, bu dağlık arazinin kıvrım kıvrım yollarına girmeye cesaret edemiyordu. Biz bir kamyonet bulduk ve birkaç aile yataklarımızı ve diğer eşyalarımızı yerleştirip üzerlerine kurulduk. Bir süre sonra yeşilin her tonunun muhteşem bir güzellikle sergilendiği dağ yollarındaydık. Ağustos böceklerinin monoton nağmelerini dinleyerek pırıl pırıl, capcanlı çamların arasında arkamızda bir toz bulutu bırakarak ağır ağır tırmanıyorduk. Allah'tan ki karşımızdan başka araba gelmiyordu. Çünkü yolun bazı yerleri iki arabanın sığamayacağı kadar dardı. Hatta bazı virajlarda, kamyonet tekerinden fırlayan taşlar, atlaya zıplaya derenin dibini buluyordu. Nihayet zorlana zorlana uzun yokuşu bitirmiş olan arabamız, düze çıkmıştı. Biraz sonra da iniş başlayacaktı. Ben çok sevdiğim bu manzaranın ve dolayısıyla da yolculuğumuzun hiç bitmemesini istiyor, temiz dağ serinliğini doyasıya ciğerlerime çekiyordum. Bu arada gözüme enteresan bir şey ilişti. Hayret içindeydim, bir daha baktım, bir daha, bir daha ve şöyle haykırmaktan kendimi alamadım:
- Aman Allah’ım, çama bakınız! Sipsivri bir kayanın tepesinde kök salmış, bir avuç toprak bile yok!
Ben böyle sesli düşünürken, karşımda oturan yaşlıca adam, biraz da benim hayretime kızgın olarak sordu:
- Ne var bunda? Çoktur buralarda böyle ağaçlar...
- Ne var olur mu? Şu Allah'ın kudretine bakınız! Koskocaman bir kayanın zirvesinde pırıl pırıl ve bakımlı bir güzelim çam ağacını yaratmış...
-Hadi canım sende! Bunun Allah'la ve O'nun kudretiyle ne ilişkisi var?
- Peki ama, nasıl olur başka türlü? Kim o çamı o en olmayacak yerde bitirmiş olabilir?
- Hiç kimse evlat... Niçin illa da biri yaratmış olsun yani? Bunlar hep geri ve ilkel düşüncelerdir.
- Ama Allah, o çamı orada yaratıp yetiştirmediyse, kim yaptı bu işi?
-Mesela şöyle düşün: Bir kuş, ağzında bir çam tohumu ile uçarken, tam bu kayanın üzerine gelince, ağzından düşürmüştür. Düşen tohum da kayanın bir kırık tarafına takılıp kalır ve oradaki toprağa kök salar. Sonra da kayanın altına giren kökleriyle böyle gelişip serpilir.
- Olay sizin dediğiniz gibiyse bile, bütün bunları yapıp yaratan yok mu?
- Yok tabii... Yaratıcı diye bir şeye inanmak, bu devirde çok ayıptır.
- Yaşınız başınızla bunu nasıl söylersiniz? Ben size bu konuda birçok misal söyleyebilirim.
Bu şekilde devam eden konuşmamız hemen münakaşaya döndü ve tabii seslerimiz de yükseldi. Adam bağırdıkça ben de sesimi yükseltiyordum. Bizi sessiz dinleyen diğer yolcular da zaman zaman münakaşaya katılıyorlardı. Fakat halinden okumuş bir kimse olduğu sezilen bu yaşlıca adamdan başka hiç kimse, Allah'ı inkar etmiyordu. Ama bir an önce de münakaşayı bitirmemizi ve susmamızı istiyorlardı. Bu sırada araba yavaş yavaş hızlanmaya başladı. Derken belki yüz metre aşağılarda ip gibi uzayıp giden Ceyhan nehrine kadar tekerleklerden fırlayıp giden taşlar, bizi şaşkına çevirdi. Bir an sessizlikle herkes birbirine bakışırken, şoför başını uzatıp:
-Fren patladı! dedi.
Sağ yanımız yokuş aşağı çamlarla kaplı bir bayırdı. Bu yokuşun sonunda Ceyhan nehrinin kayalara çarptıkça köpüklenen suları görünüyordu. Sol taraf ise, yalçın kayalıklarla kaplı bir yamaçtı. Birkaç saniyelik şaşkınlık geçer geçmez, herkes çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Kimisi şehadet getiriyor, kimisi besmele çekiyor, kimisi de "Allah" diye bağırıyor, kendince dualar edip yalvarıyordu. Allah'a inanmadığını söyleyen yaşlı zat da, adeta kendinden geçmiş:
-Allah’ım!.. deyip duruyordu.
Ama bu durum, fazla sürmedi. Çünkü, bizim bütün şaşkınlığımız ve hayretimiz arasında araba yavaşlamaya başladı ve biraz sonra kenara yanaşıp durdu. Durur durmaz da her kafadan bir ses yükselmeye başladı:
- Yahu bu ne biçim iş?
- Hani fren patlamıştı?
- Ödümüz patladı!
- Şaka mıydı yoksa?..
Şoför yerinden çıkıp yanımıza yaklaştı ve benim biraz önce münakaşa ettiğim yaşlıca adama dönerek dedi ki:
-E, sen utanmıyor musun, Allah yoktur demeye? Biraz önce yoktur dedin, sonra da fren patladı sanınca, herkesten fazla “Allah!..” diye bağırdın. Yoksa, niçin O'nu yardımına çağırıyorsun?
Sonra da bize dönerek:
-Kusura bakmayın, fren miren patlamadı. Ben münakaşanızı duyunca, şu adama bir ders vermek istedim, diyerek tekrar direksiyona geçti.
Araba yürüdüğünde sadece Ağustos böceklerinin sesleri vardı. Herkes susmuş; yaşlıca adam ise, yüzü kıpkırmızı, düşüncelere dalmıştı... Kaplıcaya gelip de eşyalarımızı indirdiğimiz zaman bana yaklaşarak:
-Oğlum, senden özür dilerim; bunca yıldır inanmadığımı sandığım Allah'a meğer ben inanıyormuşum da haberim yokmuş... Bunu öğrenmeme sebep oldun. Şoför efendi, sana da çok teşekkür ederim, bana inancımın farkına varacak imkanı sağladın, dedi.”
İnsanın Allah’ın (c.c.) varlığını inkar edememesinin nedeni manevi yapısından kaynaklanır. Nefis yaratılışında toprakla ilişkili olduğu ve toprak da yoktan yaratıldığı için Allah’ın (c.c.) varlığını inkar edebilir. Çünkü nefis küfür üzere bulunur. Nefsin hidayete ulaşması, kolay kolay gerçekleşmez. Allah’ı (c.c.) el-Hakîm güzel ismi ile tanıyıp kabul etmesi ile gerçekleşir. Bu durum da nefsi uzman bir insanın (insan-ı kamil) kontrolünde uzun bir eğitim ve ıslah sürecinden geçirmekle mümkün olur. Nefis genellikle kendi dışında başka bir ilaha boyun eğmek istemez. Allah’a (c.c.) kul olmaktansa pek çok ilaha kul olmayı yeğler. Ama insan sadece nefisten meydana gelmemektedir. İnsanın Allah’tan (c.c.) bir ilahi soluk olan ruh yönü de bulunmaktadır. Ruhun Allah’ı (c.c.) inkar etmesine olanak yoktur. Onun için bir Ateist her ne kadar diliyle, Allah (c.c.) yoktur, diye iddiada bulunsa da içinden bir şeyler de bu sözüne karşı çıkacak ve ona katılmayacaktır. İşte cılız da olsa böyle bir itiraz sesi ruha aittir. Her insanın ruhunda Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine dair bir hatıranın saklandığı Kuran-ı Kerim’de işlenmektedir. Gerçi hiç kimse geçmişinde, yani Allah (c.c.) katında yaratılmadan önce bir ruh iken böyle bir sahne yaşadığını anımsamamaktadır. Ama demek ki bu anlatılan şey bizim ruhumuzda bilinçdışı olarak veya kromozomlardaki bilgiler cinsinden kaydedilmiştir. Belki de Ateist’in Allah’ı (c.c.) inkar ettiğinde içinde ona itiraz eden cılız ses de bundan kaynaklanmaktadır: “Rabb’inin Adem oğullarından söz aldığını da düşünün: Rabb’in onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onların Kendi hakkındaki şahitliklerini isteyerek ‘Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?’ buyurunca onlar da ‘Elbette!’ diye kabul etmişlerdi. Kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu.’ veya ‘Ne yapalım, daha önce babalarımız Allah’a şirk koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batılı başlatanlar nedeniyle bizi imha mı edeceksin?’ gibi bahaneler ileri sürmeyesiniz diye Allah bu sözü sizden aldı (A’raf suresi, ayet 172-173).”
Çağımızda Ateizm’in ilahi dinler açısından büyük bir tehlike oluşturduğunu sanmıyorum. Çünkü böyle bilim ve mantık dışı bir düşünceye çok az kişi inanıyor, üstelik onların da bu inançlarında içten olmadıklarını düşünüyorum. Benim önemli gördüğüm sorun, Müslümanların büyük bir kısmının Allah’a (c.c.) iman etmekle, özellikle O’nu yaratıcı olarak kabul etmekle dinsel sorumluluklardan kurtulduklarını düşünmeleridir. Allah’ın (c.c.) yasaklarına ve ibadetlere gereken önemi vermemeleridir. Yani Allah’a (c.c.) Teist veya Deist türü bir inançla iman etmeyi yeterli görmeleridir.
Kuşkusuz farz ibadetler dışındakiler (yani nafileler) gizli yapılır. Bunlar adeta kişi ile Allah (c.c.) arasında bir sırdır. Ama farz ibadetleri yapmamak Allah’ın (c.c.) emrine karşı gelmek olduğundan büyük günahlardandır. Bunlar da genellikle toplu halde ve topluluk içinde icra edilirler. Bu son derece açık ve tartışmasız dini bir bilgidir ve bunu herkes de bilmektedir. Hadis-i şeriflerde cemaatle kılınan namazın bireysel olarak kılınanına göre 25 (bir diğer rivayette 27) derece daha faziletli olduğu belirtilir. Ayrıca pek çok hadisi-i şerif cemaate devam etmeyi ısrarla emreder. Durum bu olmasına rağmen çoğu camilere vakit namazı için devam edenler, mahallelerindeki yetişkin erkek nüfusuna göre yüzde bir bile değildir. Müslümanların önemli bir kısmının nefislerine ve şeytana uyarak, ayrıca Allah’ın (c.c.) bütün günahları affetmesi ihtimaline güvenerek bile bile ibadetleri yapmamakla ve yasakları çiğnemekle O’nun emirlerine karşı gelmesi, pek doğru bir şey ve onaylanacak bir davranış olarak görünmemektedir. Böyle bir tavır ve yaşam biçimi insanda dolaylı bir biçimde de olsa Allah’ın (c.c.) pek çok sıfatını ve güzel ismini yadsımak anlamına geldiği izlenimi uyandırmaktadır. Ama ben iyi niyetimle yine de bunu bir gaflet durumu ile açıklıyorum. Ateistlerin “Allah (c.c.) yoktur.” biçimindeki sözlerinden ziyade Müslümanların ibadetlere gereken önemi vermemeleri ve açıkça haramları işlemeleri daha düşündürücü ve kaygı vericidir.
Zihinde oluşan salt yaratıcı Allah (c.c.) kavramı ile kimse Allah’ın (c.c.) kutsal kitaplarında önemle belirttiği (kabir azabı, cehennem gibi) kötü akıbetlerden kurtulamaz. Allah’a (c.c.) inanmak öncelikle bütün günahlara tövbe etmekle ve ibadet hayatıyla kendisini belli eder. Kimin ibadet hayatı zenginse o diğer Müslümanlara göre Allah’a (c.c.) daha çok yakındır. Onun Allah (c.c.) inancı daha güçlüdür. Özellikle namaz kılmak bunun en açık belirtisidir. Çünkü peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şerifinde buyurduğu üzere “Namaz dinin direğidir.” Eskiden çadırlar ve evler direklerle kurulurdu. Direk olmadan bir yapının ayakta duramayacağı düşünülürdü. Buna göre peygamberimiz (s.a.s) din binasının da ancak namazla kurulmakta ve ayakta durmakta oluşuna dikkatlerimizi çekmiştir.

Lise yıllarında iken Allah’ın (c.c.) varlığını inkar eden bir arkadaşım vardı. Kendisi artık başına bir bela geldiğinde ve kötü anlarında da Allah’tan (c.c.) yardım istemediğini söylüyordu. Bir Ateist ile ilk olarak o zaman karşılaşmıştım. Bu benim için korkunç bir düşünce idi. Çünkü dindar bir aileden geliyordum. Aramızdaki arkadaşlık ve komşuluk ilişkisinden nedense onun bu tavrının içerisinde bulunduğu psikolojik koşullardan kaynaklandığını seziyordum.
Anne-babasıyla ilişkisinin ne kadar sorunlu olduğuna bütün mahalle arkadaşlarım gibi ben de her gün tanık oluyordum. Bilimsel ve mantıksal bir bakış açısı ve tavır; yukarıda başka bir gezegene yolculuk örneğinde sunduğum gibi, öncelikle insanın kendi varlığı, vücudu, her bir organı mükemmel bir yaratıcıyı gerekli kılmaktadır. Arkadaşım işte böyle ortada olan bir gerçekle her gün mücadele ediyordu. Kuşkusuz bunun için büyük bir enerji harcıyordu. Oysa insan doğası tembeldir. Öyle gereksiz yere, boşu boşuna enerji harcamaz. Ortada bir mücadele, bilimle ve mantıkla bir çatışma varsa, demek ki bir şeye karşı bir psikolojik savunma mekanizması kurulmuştur. Bu yüzden Allah’ı (c.c.) inkar etmek bir bilimsel ve mantıksal tavır değildir, psikolojik bir savunma mekanizmasıdır. Arkadaşım Allah’ın (c.c.) varlığını inkar etmekle ve O’ndan bir yardım ummamakla doğasıyla çatışıyordu. Bu gayet açıktı. Kimsenin de durduk yerde enerjisini böyle boşu boşuna harcayamayacağına göre onun bu yolla gerçekleştirdiği bazı psikolojik doyumları vardı. Sorun bunları tespit etmekteydi.
Tabii o zamanlar psikoloji ve psikanaliz üzerine bugünkü kadar bilgi sahibi değildim. Ama olayları bugün sahip olduğum psikoloji ve psikanaliz bilgi ve deneyimlerin gözlüğü ile değerlendirecek o zamana ait epey belge hafızamda bulunmaktadır.
Öncelikle, bu görüşlerini sınıf ortamında ve arkadaşları çevresinde söyleyerek bizden daha çok özgür ve bağımsız olduğunu ifade ediyordu. Bizden üstün oluğunu dolaylı bir biçimde vurgulamış oluyordu. Arkadaşım böyle bir tavırla bize adeta “Ağzı süt kokan çocuklar!” diyerek hakaret ediyor, üstünlük duygusuna doyum sağlıyordu. Bu vurgu ile karşı cins karşısında bir hayranlık uyandırmayı amaçladığını düşünmememiz için ortada bir neden yoktur. Bu da ona büyük bir psikolojik doyum sağlıyor olsa gerekti. Öyle yakışıklı; güçlü, kuvvetli birisi olmadığı gibi zengin bir ailenin çocuğu da değildi. İçerisinde bulunduğu bu koşullarla karşı cinsin ilgisini çekemezdi. Aksine bunlar karşı cins için itici şeylerdi. Her genç kız haklı olarak yakışıklı; güçlü ve zengin bir erkek arkadaşın hayalini kurar.
Sonra, arkadaşım Ateist olduğunu söyleyerek o yaşlardaki her genç gibi ebeveynlerden farklı bir kişilikte, özellikle özgür ve bağımsız bir durumda olduğunu ifade ederek üstünlük duygusuna başka bir açıdan da doyum sağlıyordu. Aslında arkadaşım her gençte olan ebeveynle, toplumla ve onların değerleriyle çatışma içerisindeydi. Onun anne ve babasıyla ilişkisinin kötü olduğunu belirtmiştim. Kuşkusuz her gencin o oranda ve yoğunlukta olmasa da böyle bir çatışmayı yaşamasını bekleriz. Bu gayet doğal bir durumdur. İnsan gelişmesinde bir psikolojik evredir. Ama o, bu çatışmayı dinsel alana da taşıyordu, Allah’ın (c.c.) varlığını inkar ediyordu, O’ndan herhangi bir yardım ummak istemiyordu.
Daha sonra başka Ateistleri de tanıma imkanım oldu. Nedense Ateistler hakkındaki yargım hiç değişmedi. Bu sefer bu yaşı ilerlemiş Ateistlerin çatışma alanları toplumsal gerçekler ile Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları idi. Kimisi yaşamda umduğu zenginlik ve refaha kavuşamadığı için varlıklı insanların malına ve paralarına ortak olmanın tek yolunun Allah’ı (c.c.) inkar etmek olduğunu düşünüyordu. Kimisi Allah’ın (c.c.) emirlerini yapmamanın ve yasaklarından kaçınmamanın verdiği ruhsal sıkıntıyı üzerinden atmak için Allah’ın (c.c.) varlığını yok sayıyordu.
Ateizm olgusu A. Adler’in Bireysel Psikoloji ekolüyle daha iyi incelenebilir kanısındayım. Bilindiği üzere A. Adler bireyin hayat içerisindeki tüm faaliyetlerini ve çatışmalarını aşağılık kompleksinin seçilen bir hayat tarzıyla üstünlük kompleksi biçiminde telafi edilmesiyle izah eder. Gerçekten bu yaşa değin gözlemlerimden artık o kadar net bir biçimde kavradım ki, Ateizm’in dayandığı psikolojik mekanizmanın temelinde üstünlük kompleksinin olduğunda hiç kuşkum kalmadı. İlgili kişiler yaşamlarında aşağılık kompleksi duydukları çeşitli olayları, olguları düşünmemek, daha doğrusu dikkati bunların üzerinden çekmek amacıyla Ateist olurlar. Psikolojik amaçları toplumun, bireylerin kendisini ezebilecekleri bazı zaafları ve kusurları gözlerden saklı tutmaktır. Dikkatleri Ateizm gibi soyut bir kavramda toplayarak ne kadar değişik, renkli, zeki, kültürlü ve entellektüel birileri olduklarına vurgu yapmak isterler. Lise arkadaşımın tek derdi de buydu. Ateist olduğunu söyleyerek dolaylı bir yolla genç kızlara kur yapıyordu, ayrıca biz arkadaşlarına da hakaret ederek üstünlük duygusuna doyum bulmaya çalışıyordu. Daha sonra tanıdığım Ateistler de başkalarına karşı, o lise öğrencisi gibi toy ve acemi olmasa da, aynı anlama gelen farklı bir tavır ve tutum takınmışlardı.
İnanç, gerek bireyin gerekse toplumun en önem verdiği, dokunulmaz ve saygın bir alandır. Bir Ateist bu konuda toplumun genelinden farklı olmakla sıradan insanların hayalinde bile göremediği bir entellektüel düzeye ulaştığını sanır. Ona göre diğer insanlar anne-babalarından devraldıkları inancı sorgulayacak cesarete ve düşünsel düzeye sahip değillerdir. Güya insan Ateizm ile kendi varoluşunu kendisi gerçekleştirmiş olur. Bu da Nietszche’nin tabiri ile “üst insan”ın kimlik özelliğidir. Halbuki bir insan anne-babasından devraldığı Müslümanlık dinini sorgulayarak onlardan daha dindar bir çizgi belirleyebilir. Varoluşunu gerçekleştirmesi adına daha doğal ve anlamlı bir çizgiyi sürdürebilir. Nedense anne-babaya, dine, toplumsal değerlere karşı çıkmak, aykırı düşmek daha dikkati çektiği ve nefsi okşadığı için insanlar bu tür yollara kayabilmekte, bunların etkisi altına girebilmektedirler. Oysa bir insanın İslam dini ile barışık olması onu kendisinin ve evrenin yaratılış amacına götürecek, sadece kendi varoluşunu değil her şeyin varlık amacını kucaklayan bir bütünlüğe ve evrenselliğe ulaştıracaktır.
Kuşkusuz çağımızın pek çok sanat dallarına ve düşünsel eserlerine sinmiş olan Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm) felsefe akımının da Ateizm’in yaygınlaşmasında payı çok büyüktür. İlgili felsefe ekolünde dindar filozoflar da bulunmakla birlikte Ateizm’i bir yeni inanç sistemi olarak sunan ve bunun havarisi kesilenler daha çoğunluktadır. Kendini özgürce var etmek adına bu filozoflar dine saldırmayı da bir maharet bilmişlerdir. Kuşkusuz insanın anne-babasından, toplumdan devraldığı inancı sorgulaması dinimizin de bir emridir. Ama bu filozofların yaptığı şey sorgulamaktan ziyade isyandır. Anlamak yerine önyargılı bir biçimde reddetmektir. Varoluş olarak da kutsadıkları özgürlük, birtakım bencilce zevklerin tatmininden ve kimseye bir yararı olmayan düşüncelerden başka bir şey değildir. Dahası, gözlere ve gönüllere en çok hitap eden, insanların en çok ilgi ve beğenisini çeken insanın her eyleminden sorumlu olması, insanı eylemlerinin var etmesi gibi parlak düşünceleri de lafta kalmaktadır. Aslında bu düşünceler kutsal kitaplardan aşırılmıştır. Yeni hiçbir tarafları yoktur. İlahi kitapların hepsi, özellikle Kuran-ı Kerim insana zaten bu düşünceleri aşılamaya çalışır.
 

1925

0
Yasakli Uye
Katılım
24 Eylül 2011
Mesajlar
34
Reaction score
2
Konum
İzmir
Bende okumadım. Ben kimin neye taptığını öğrenmekte istemiyorum. Her koyun kendi bacağından asılacak :harika:
 

Bolu Beyi

0
İyinet Üyesi
Katılım
7 Nisan 2010
Mesajlar
2,895
Reaction score
36
yazı çok uzun olduğu için ben de okumadım:) Ama konu güzel, teşekkürler :D
 

Evan

0
İyinet Üyesi
Katılım
12 Mayıs 2011
Mesajlar
264
Reaction score
2
Konum
Ilkadim, Samsun, Turkey
Bu makaleyi hazırlayan kesinlikle müslüman. Bir atesit hazırlasaydı "Allah (c.c.)" yerine Türkçe olan "Tanrı" kelimesini kullanırdı.
 
T

themaniac

Misafir
Bende okumadım. Ben kimin neye taptığını öğrenmekte istemiyorum. Her koyun kendi bacağından asılacak :harika:

Her koyun kendi bacağından asılir bir Yahudi atasozudur. Eger Yahudi iseniz o zaman size bir lafim yok. tabiki atalarinizin sozleriyle hareket edeceksiniz.

Bu makaleyi hazırlayan kesinlikle müslüman. Bir atesit hazırlasaydı "Allah (c.c.)" yerine Türkçe olan "Tanrı" kelimesini kullanırdı.

:D farkli bir yaklasim. Evan sana karsi bir soguklugum vardi, ama artik kalmadi :)
bu arada Evan +rep. icimden geldi :D
 

isimciNet

0
İyinet Üyesi
Onaylı Üye
Katılım
27 Şubat 2005
Mesajlar
45
Reaction score
1
Konum
Gelecekten...
Yine "themanyak" nickli ve muhlis iyi üye yine bir kargaşa ortamı. Ne yazıkki forumun uyuyan yöneticileri bunu göremiyorlar. Forumda bir batağa doğru sürüklenip gidiyor aciz yöneticiler sayesinde. Burası Webmaster forumumu dini forummu anlamadık gitti. Müslümanız çok şükür ama burası webmaster forumu anlayın artık. Mübarek adam saygıdeğer yönetici Calvin forum nere gidiyor?
 

Bolu Beyi

0
İyinet Üyesi
Katılım
7 Nisan 2010
Mesajlar
2,895
Reaction score
36
Yine "themanyak" yine bir kargaşa ortamı. Ne yazıkki forumun uyuyan yöneticileri bunu göremiyorlar. Forumda bir batağa doğru sürüklenip gidiyor aciz yöneticiler sayesinde. Burası Webmaster forumumu dini forummu anlamadık gitti. Müslümanız çok şükür ama burası webmaster forumu anlayın artık.

Farkettiyseniz "diğer" kategorisinde yazılmış bir konu. Yani sıkıntı yok tamam?
 

isimciNet

0
İyinet Üyesi
Onaylı Üye
Katılım
27 Şubat 2005
Mesajlar
45
Reaction score
1
Konum
Gelecekten...
Farkettiyseniz "diğer" kategorisinde yazılmış bir konu. Yani sıkıntı yok tamam?

Sıkıntı yok mu? Az önce "themanyak" adlı üyecik yüzünden "1925" nickli üye bir sürü küfürler savurdu. Bu kadar küfürler ediliyor forumda ve sıkıntı yok he...! Forum arkadaşlık ortamından kargaşa ortamına gidiyor "themanyak" gibi üyecikler yüzünden...
 

Bolu Beyi

0
İyinet Üyesi
Katılım
7 Nisan 2010
Mesajlar
2,895
Reaction score
36
Sıkıntı yok mu? Az önce "themanyak" adlı üyecik yüzünden "1925" nickli üye bir sürü küfürler savurdu. Bu kadar küfürler ediliyor forumda ve sıkıntı yok he...! Forum arkadaşlık ortamından kargaşa ortamına gidiyor "themanyak" gibi üyecikler yüzünden...

Dini konu olmasında sıkıntı yok demek istedim, yoksa zaten durumu görür görmez report ettim.
 
T

themaniac

Misafir
Sıkıntı yok mu? Az önce "themanyak" adlı üyecik yüzünden "1925" nickli üye bir sürü küfürler savurdu. Bu kadar küfürler ediliyor forumda ve sıkıntı yok he...! Forum arkadaşlık ortamından kargaşa ortamına gidiyor "themanyak" gibi üyecikler yüzünden...

bak sabahtan beri bana laf ediyorsun artik ne derdin varsa. benim bu foruma katkim bellidir, forumdaki yerim bellidir. belirsiz insanlarla da laf yarisina giremem
 

Lanet

1
İyinet Üyesi
Katılım
24 Eylül 2009
Mesajlar
2,523
Reaction score
97
Konum
deepest land of hell.
Biz tartışmayın demiyoruz, tartışın tabii ki ufkunuzu genişletir.
Ama tartışmayı bilmiyorsunuz ki, tartışmanın bir adabı vardır.
KARŞILIKLI SAYGI VARDIR.
Sizin kendinize olan saygınız da kalmamış.
Bi daha bu tür konular açmayın lütfen.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Türkiye’nin ilk webmaster forum sitesi iyinet.com'da forum üyeleri tarafından yapılan tüm paylaşımlardan; Türk Ceza Kanunu’nun 20. Maddesinin, 5651 Sayılı Kanununun 4. maddesinin 2. fıkrasına göre, paylaşım yapan üyeler sorumludur.

Backlink ve Tanıtım Yazısı için iletişime geçmek için Skype Adresimiz: .cid.1580508955483fe5

Üst