O, yakın tarihin en büyük şahitlerinden ve bir devrin çilesini ta yüreğinin derinliklerinde hissetmiş büyük bir çilekeş; Ömer Okuçu veya nam-ı diğer ve daha çok bilinen ismiyle "Hekimoğlu İsmail". Taraflı tarafsız herkesin saygısını kazanmış ve toplumuna, belki binlerce insanın yaşadığı hayatı roman olarak; "Minyeli Abdullah" olarak hediye etmiş nadide bir kişilik.
Başbakanımızın da saygı duyduğu ender kişilerden olduğunu bildiğimden dolayı , bugün Zaman Gazetesinde yayınlanmış olan yazısını sizinle de paylaşmak istedim.
Ahmet Alp Han edebliyat.blogspot.com
Belki 1975 yılıydı. Bir araba dolusu tüccarla Bornovaya gittik, Fethullah Gülen Hocaefendinin vaazını dinledik, cami tıklım tıklım genç dolu, benden başka herkes ağlıyor; ben de hayretle dinliyor ve seyrediyorum
Vaazdan sonra bizi bir eve götürdüler. Yemek yedik. Sonra çay faslı başladı. Orada hocama sorduk; Hocam, şu iş üzerine bir şirket kurmak istiyoruz, ne buyurursunuz? Birazcık düşündü, başını kaldırdı; Talebe yetiştirmenin dışında harcayacağımız tek kelime yoktur. dedi.
Bu hadisenin üzerinden neredeyse kırk yıl geçti. Şimdi bakıyorum; hocamın davası yine aynı; talebe yetiştirmek Talebe yetiştirmek âdetullaha ittibadır, ibadettir. Yeryüzü bir mektep, Allah başmuallim, Peygamberimiz onun vekili, kâinat laboratuvar, İslamiyet okul, Müslümanların bütünü talebe Hocam meseleye her zaman böyle yaklaştı.
Bilindiği gibi bir ömür boyu dinî çalışmaların, dinî cemaatlerin içinde bulundum, kitaplar yazdım, bir ömür boyu basın-yayının içindeyim, yazıyorum, konuşuyorum. Yanlış, doğru hareket yapan bir sürü insanla karşılaştım. Dönüp geriye bakıyorum. Fethullah Gülen Hocaefendinin hayatını hayal ediyorum, kitaplarına bakıyorum, konuşmalarını dinliyorum, Böyle bir hoca lazımdı. diyorum. Çünkü İslamiyeti doğru yaşayan, anlatanlar olmazsa, bu din yanlış hareket edenlere bırakılır. İslamiyet büsbütün elden gider.
İdeoloji ve inanç farkı gözetmeden her insana elini uzatan, gözyaşı silen, düşenin elinden tutan; her fırsatta devlete, millete, vatana bağlılığını dile getiren Hoşgörü Sultanını bazıları hoş görmeyebilir. Amma pek çok defa şahit olmuşumdur ki; onu eleştirenler bir zaman sonra Onu şimdi anladım. diyerek takdirlerini bildirdi. Yıllar yılı Hocaefendiyi yıpratmaya çalışanlar oldu amma bu haliyle de bizlere ders verdi. Nasıl ki yıldırımlar yüksek binalara düşerse, aynı şekilde büyük adamların başına da pek çok sıkıntılar gelebilir. Hocaefendi tek başına binlerce dindarın çektiği çileyi gördü, yaşadı, hâlâ o çile devam ediyor.
Yıllar önceydi, ben hastalanmadan evvel kardeşler yanıma geldi. Biz Amerikaya gidiyoruz. dediler. Sen de gel. Gittik. Baktım ki dünyaya sığmayan bir insanı küçük bir eve sığdırmışlar. Kocaman bir ormanın içinde iki katlı bir ev Ne orman, ne ağaç, ne çiçek umurunda değil.. O bahçeye çıkmıyor.
Yanına gittim, bir okyanusun sahilinde oturur gibiydim. Oradan ayrılırken, bizi havaalanına götürecek olan arabaya kadar yanımda yürüdü, beni uğurladı.
Düşündüm ki; çekirdek çamura gömülmenin şaşkınlığını çekerken çatlar. Kök salmanın, filiz vermenin, yaprak açmanın çabasındadır. Rüzgâr onu sallar, güneş onu yakar, böcekler dallarına konar, kuşlar üstünde uçar. O, bütün zerratıyla meyvesi için seferber olmuştur. Kendisi için değil, başkaları için yaşarken onun dalını kıran, köküne balta sallayan da yine insandır.
Düşündüm ki, denizlerde balıkları, toprakta kökleri, fezada yıldızları koruyan Allahın kudretini ve nizamını görmek gerek. Allah, dinini kıyamete kadar devam ettirecektir. Bu sebeple İslama hizmet edenlere Allah yürü demiştir. Onların hizmeti her daim devam edecektir.
Düşündüm ki, hiçbir davanın yolunu düşman kesememiştir; dostlar yürümezse yollar ne yapsın?
Düşündüm ki, bu hadiseler, rüzgârın çınar ağacının dalları arasından esip gitmesi gibidir. Belki biraz yaprakları sallanır; sonra geçer gider
Başbakanımızın da saygı duyduğu ender kişilerden olduğunu bildiğimden dolayı , bugün Zaman Gazetesinde yayınlanmış olan yazısını sizinle de paylaşmak istedim.
Ahmet Alp Han edebliyat.blogspot.com
Belki 1975 yılıydı. Bir araba dolusu tüccarla Bornovaya gittik, Fethullah Gülen Hocaefendinin vaazını dinledik, cami tıklım tıklım genç dolu, benden başka herkes ağlıyor; ben de hayretle dinliyor ve seyrediyorum
Vaazdan sonra bizi bir eve götürdüler. Yemek yedik. Sonra çay faslı başladı. Orada hocama sorduk; Hocam, şu iş üzerine bir şirket kurmak istiyoruz, ne buyurursunuz? Birazcık düşündü, başını kaldırdı; Talebe yetiştirmenin dışında harcayacağımız tek kelime yoktur. dedi.
Bu hadisenin üzerinden neredeyse kırk yıl geçti. Şimdi bakıyorum; hocamın davası yine aynı; talebe yetiştirmek Talebe yetiştirmek âdetullaha ittibadır, ibadettir. Yeryüzü bir mektep, Allah başmuallim, Peygamberimiz onun vekili, kâinat laboratuvar, İslamiyet okul, Müslümanların bütünü talebe Hocam meseleye her zaman böyle yaklaştı.
Bilindiği gibi bir ömür boyu dinî çalışmaların, dinî cemaatlerin içinde bulundum, kitaplar yazdım, bir ömür boyu basın-yayının içindeyim, yazıyorum, konuşuyorum. Yanlış, doğru hareket yapan bir sürü insanla karşılaştım. Dönüp geriye bakıyorum. Fethullah Gülen Hocaefendinin hayatını hayal ediyorum, kitaplarına bakıyorum, konuşmalarını dinliyorum, Böyle bir hoca lazımdı. diyorum. Çünkü İslamiyeti doğru yaşayan, anlatanlar olmazsa, bu din yanlış hareket edenlere bırakılır. İslamiyet büsbütün elden gider.
İdeoloji ve inanç farkı gözetmeden her insana elini uzatan, gözyaşı silen, düşenin elinden tutan; her fırsatta devlete, millete, vatana bağlılığını dile getiren Hoşgörü Sultanını bazıları hoş görmeyebilir. Amma pek çok defa şahit olmuşumdur ki; onu eleştirenler bir zaman sonra Onu şimdi anladım. diyerek takdirlerini bildirdi. Yıllar yılı Hocaefendiyi yıpratmaya çalışanlar oldu amma bu haliyle de bizlere ders verdi. Nasıl ki yıldırımlar yüksek binalara düşerse, aynı şekilde büyük adamların başına da pek çok sıkıntılar gelebilir. Hocaefendi tek başına binlerce dindarın çektiği çileyi gördü, yaşadı, hâlâ o çile devam ediyor.
Yıllar önceydi, ben hastalanmadan evvel kardeşler yanıma geldi. Biz Amerikaya gidiyoruz. dediler. Sen de gel. Gittik. Baktım ki dünyaya sığmayan bir insanı küçük bir eve sığdırmışlar. Kocaman bir ormanın içinde iki katlı bir ev Ne orman, ne ağaç, ne çiçek umurunda değil.. O bahçeye çıkmıyor.
Yanına gittim, bir okyanusun sahilinde oturur gibiydim. Oradan ayrılırken, bizi havaalanına götürecek olan arabaya kadar yanımda yürüdü, beni uğurladı.
Düşündüm ki; çekirdek çamura gömülmenin şaşkınlığını çekerken çatlar. Kök salmanın, filiz vermenin, yaprak açmanın çabasındadır. Rüzgâr onu sallar, güneş onu yakar, böcekler dallarına konar, kuşlar üstünde uçar. O, bütün zerratıyla meyvesi için seferber olmuştur. Kendisi için değil, başkaları için yaşarken onun dalını kıran, köküne balta sallayan da yine insandır.
Düşündüm ki, denizlerde balıkları, toprakta kökleri, fezada yıldızları koruyan Allahın kudretini ve nizamını görmek gerek. Allah, dinini kıyamete kadar devam ettirecektir. Bu sebeple İslama hizmet edenlere Allah yürü demiştir. Onların hizmeti her daim devam edecektir.
Düşündüm ki, hiçbir davanın yolunu düşman kesememiştir; dostlar yürümezse yollar ne yapsın?
Düşündüm ki, bu hadiseler, rüzgârın çınar ağacının dalları arasından esip gitmesi gibidir. Belki biraz yaprakları sallanır; sonra geçer gider