Her başarılı webmaster gibi ben de dün kalktığımdan beri uyumayarak sabahladım (başarımı buna borçluyum). Forumdaki bilgi rumuzla ulu bilgemiz patatesler hakkındaki üstün kültürel birikimlerimle bezenmiş sağlığa faydalı ve yararlı yazı makalemi görünce benden bir menemen destanı istedi. Ben de onu kırmayarak yazmak istedim sevgili dostlarım. Uykusuz uykusuz aklımda kaldığı kadarıyla yazacağım.
Bana bu hikâyeyi İtalya seyahatimde tanıştığım Alfredo di Baggio anlatmıştı (kendisi daha sonra bir bunga bunga partisinde vefat etti, ruhu şâd olsun).
Biliyorsunuz, menemen ya da halkımızın ifade söyleyişiyle melemen, gerek fakir insanlarımızın gerekse de benim gibi kültürlü ve zengin insanlarımızın severek ve yiyerek tükettiği bir yemek çeşidi türüdür. Ben bu şaşırtıcı yemekle ilk olarak, yazın ailecek gittiğimiz çiftliğimizde çalışan ve maraba, hizmetli, müstahdem, seyis vb. adlar verilen insanların sıcak yer sofralarında görmüştüm. İlk bakışta bir şeye benzemeyen bu bulamaçımsı karışımsının bu kadar lezzetli olacağını nereden bilebilirdim ki?..
O sevgi dolu fakat üstü başı ve el ve parmak ve tırnak araları pislikle dolu işçi ve köylü kardeşlerimle aynı sofradan yemek benim gibi kültürlü birini yeterince ağırlayamayacaklarını düşündürerek onları mahcup edebileceğimi için, menemene olan karşı konulamaz merakımı aşçımıza bana özel menemen yapmasını sağlayarak gidermiştim. O zaman anladım ki bu yemek bir fakir yemeği olamayacak kadar güzeldi (bu arada fakir derken insanları sosyal ve ekonomik kişilik düzeylerine göre yargılamadığımı da bilin, sadece genel isimlerdir bunlar).
Uzun yıllar kafamda bu soru dönüp durmuştu: Böyle leziz bir yemek gıdası nasıl olur da işçi ve köylü insanlarının da mutfağına girebilmişti?..
İşte bu küçük görünen ama aslında ortadan hallice olup büyükçe sayılabilecek merakımı yıllar sonra Roma'daki dostum Alfredo di Baggio sayesinde giderebilmiştim...
Alfredo'yla İtalya'nın ünlü kafelerinden birisi fakat en iyisi olan Cafe di Romus & Romulus'da tanışmıştım. Üzerine kaynar kapuçino (bir sıcak içecek seçeneği) dökmemle tanışmıştım, Allah'tan ayakkabısına gelmişti adamın. Alfredo kalkıp benden özür dilemeye başlayınca onun ne kadar kibar bir aile terbiyesini özümsemiş olduğunu hemen algıladım. Kibar bir beyefendi olarak ayağını doğru yere uzatmadığını paçasına dökülen kaynak cappuchino (kapuçinonun İngilizcesi) sayesinde fark etmişti.
Alfredo ayağa kalkar kalkmaz bir an bana baktı ve yabancı olduğumu anladı, çünkü ben yabancısı olduğum yerlerde yabancı olduğumu belli edebilmeyi daha küçük yaşta özümseyerek öğrenmiştim. Yabancı olduğumu anlayınca da dünyanın birinci lisanı olan İngiliz İngilizcesiyle bana karşı kombo bir şekilde özürler sıralamaya başladı ve el kol hareketleriyle af diler gibi elimi kolumu tutmaya kalkıştı. Bu kibar ve nazik ne estetik söz ve hareket dizisi karşısında kayıtsız kalamazdım, hemen ben de bu güzide kibar ve asil İtalyan arkadaşa karşı özür diledim, tabii olarak ondan daha çok ve daha ısrarlı özür diledim. Bunun üzerine o daha da bir bastırdı, ben de boş durur muyum, verdim özrü verdim özrü, verdim özrü... Böyle böyle 16 dakika kadar birbirimizden özür dileyince en sonunda çevredekilerin ve garsonların araya girmesiyle oturtulduk. Kendi isteğim dışında ve biraz zoraki oturduğum için Alfredo'nun masasına oturmuştum, tabii o zaman adının Alfredo olduğunu bilmiyordum, o bana Luigi'den hallice bir Guiseppe olarak gözüküyordu. Her neyse. Biz 10 dakika kadar da masada özürleştikten sonra Alfredo'yla tanıştık.
Alfredo kökü ta Mecidi'lere (köklü bir geçmişi olan ünlü İtalyan sülalesi) dayanan biriydi. Ben de ona taa İlşadoğullarına dayanan köklü geçmişimi anlatınca birbirimize daha bir kanımız kaynayarak ısındı. İki kültürlü, asil ve beyefendi insan olarak kendimizi kapağını bulmuş birer tencere gibi hissediyorduk.
Derken Alfredo bana ne yiyeceğimi sordu, açıkçası o ana kadar masada 2 saattir oturduğumu farketmemiştim. Ben de yine bir nezaketlilik ve konukseverliğiseverliliğimi gösterek seçimi ona bıraktım. Alfredo ise o hâlde size ailemizin en meşhur ve tanınmış ve ünlü yemeğini ikram etmek isterim dedi hayhay dedim, şeref duyarım dedi, ben daha çok şered duyarım deyince de bence ben daha çok duydum dedi, bunun üzerine dünyada kimsenin benim kadar şeref duyabilmekliğinin kabil olmadığını kendisine lisanımunasiple izah ettim ve o da bunun üzerine kendini bu kadar şerefli bir insanla aynı masada yemek yerken bulmanın tarifi imkânsız bir bahtiyarlık olduğu üzerine yakaşık 12 dakikalık kısa bir konuşma yaptı.
Daha sonra garsona, benim de çok merak ettiğim özel aile yemeklerini söyledi, İtalyancam pek iyi olmadığı için anlamadım ama şunu duyduğuma emin gibiydim: "Andante, uno mellemenno!"
Az sonra karşıma, geleneksel bir İtalyan sahanı içerisinde tanıdık kokulu bir yemek geldi. Evet, tahmin ettiğiniz gibi, bu menemendi! İşte o an yemeği falan unutup bu gizemli ve hayretengiz olayı anlamak istedim. Alfredo'ya yakaşık 23 dakikalık kısa bir konuşmayla bu arzumu dile getirince o da yaklaşık 48 dakikalık orta uzunlukta ama uzunca bir konuşmayla kısa kesmeden bana menemen -veya İtalyancasıyla mellemenno'nun- hikâyesini anlattı.
Özet geçicem:
1562 yılında Roma'daki Medici Köşkü'nde Alfredo'nun büyük büyük büyük büyük büyük büyük büyük büyük büyük büyük büyük büyük dedesi Giovanni di Baggio Joe Joe Di Maggio bir kız sevmiş. Kızı buna vermemişler, çünkü kız Medicilerin can düşmanı Guduccilerin aşiret reisinin biricik kızıymış. Yaklaşık 6,5 sene kızın peşinde koşmuş, abileriyle kavgalara tutuşmuş falan ama, Guduccilerin reisi Neccimi Guducci kızı sana vereceğime turşusunu kurarım falan demiş. Demiş ama, aşk bu dostlar, aşk!..
Giovanni di Baggio Joe Joe Di Maggio ne yapayım edeyim derken, boğazına düşkün olan Guducci için dünyadaki en perfecto (İtalyanca mikemmel demektir) yemeği hazırlatmaya karar vermiş. Derhâl Bolu'dan, Mengen'den, Roma'dan, Basel'den ne kadar meşhur aşçı varsa toparlamış, ne yapın edin Neccimi Guducci'yi mest edip kızı bana vermesini sağlayacak bir yemek yapın demiş. Ustalar yaklaşık 3,5 ay çalışarak melemenno'yu keşfetmişler.
Medici, melemennoyu Guducci'ye göndermiş. guducci bayılmış tabii, bayılmış ama canı tekrar çekince bulamamış. Kim gönderdi bunu demiş, Medicci demişler, hemen hınk hınk hınk diye boğazını tutmuş (zehirlendiğini sanmış) ve adamlarının anne ve eşlerine sövmeye başlamış, "oh mondio! ondan geleni bana nasıl yedirdiniz, hınk, hınk, hınk!" Nafile. Ölmemiş çünkü zehirsizmiş yemek. Ama ölmekten beter olmuş, melemenno diye dere tepe gezer olmuş divane gibi...
En son dayana dayana 4 ay 8 gün dayanabilmiş ve Medicilerle barışarak kızını ona vermiş. Dünyalar Medicci'nin olmuş tabii Sonra işte hep menemen yemişler... Hikâyenin hüzünlü kısmı şu: Menemeni artık fakirler de yapabiliyor ve onlar da yiyebiliyorlar ve bu güzel yemek artık kimseye aşkı çağrıştırmıyor ((
Bana bu hikâyeyi İtalya seyahatimde tanıştığım Alfredo di Baggio anlatmıştı (kendisi daha sonra bir bunga bunga partisinde vefat etti, ruhu şâd olsun).
Biliyorsunuz, menemen ya da halkımızın ifade söyleyişiyle melemen, gerek fakir insanlarımızın gerekse de benim gibi kültürlü ve zengin insanlarımızın severek ve yiyerek tükettiği bir yemek çeşidi türüdür. Ben bu şaşırtıcı yemekle ilk olarak, yazın ailecek gittiğimiz çiftliğimizde çalışan ve maraba, hizmetli, müstahdem, seyis vb. adlar verilen insanların sıcak yer sofralarında görmüştüm. İlk bakışta bir şeye benzemeyen bu bulamaçımsı karışımsının bu kadar lezzetli olacağını nereden bilebilirdim ki?..
O sevgi dolu fakat üstü başı ve el ve parmak ve tırnak araları pislikle dolu işçi ve köylü kardeşlerimle aynı sofradan yemek benim gibi kültürlü birini yeterince ağırlayamayacaklarını düşündürerek onları mahcup edebileceğimi için, menemene olan karşı konulamaz merakımı aşçımıza bana özel menemen yapmasını sağlayarak gidermiştim. O zaman anladım ki bu yemek bir fakir yemeği olamayacak kadar güzeldi (bu arada fakir derken insanları sosyal ve ekonomik kişilik düzeylerine göre yargılamadığımı da bilin, sadece genel isimlerdir bunlar).
Uzun yıllar kafamda bu soru dönüp durmuştu: Böyle leziz bir yemek gıdası nasıl olur da işçi ve köylü insanlarının da mutfağına girebilmişti?..
İşte bu küçük görünen ama aslında ortadan hallice olup büyükçe sayılabilecek merakımı yıllar sonra Roma'daki dostum Alfredo di Baggio sayesinde giderebilmiştim...
Alfredo'yla İtalya'nın ünlü kafelerinden birisi fakat en iyisi olan Cafe di Romus & Romulus'da tanışmıştım. Üzerine kaynar kapuçino (bir sıcak içecek seçeneği) dökmemle tanışmıştım, Allah'tan ayakkabısına gelmişti adamın. Alfredo kalkıp benden özür dilemeye başlayınca onun ne kadar kibar bir aile terbiyesini özümsemiş olduğunu hemen algıladım. Kibar bir beyefendi olarak ayağını doğru yere uzatmadığını paçasına dökülen kaynak cappuchino (kapuçinonun İngilizcesi) sayesinde fark etmişti.
Alfredo ayağa kalkar kalkmaz bir an bana baktı ve yabancı olduğumu anladı, çünkü ben yabancısı olduğum yerlerde yabancı olduğumu belli edebilmeyi daha küçük yaşta özümseyerek öğrenmiştim. Yabancı olduğumu anlayınca da dünyanın birinci lisanı olan İngiliz İngilizcesiyle bana karşı kombo bir şekilde özürler sıralamaya başladı ve el kol hareketleriyle af diler gibi elimi kolumu tutmaya kalkıştı. Bu kibar ve nazik ne estetik söz ve hareket dizisi karşısında kayıtsız kalamazdım, hemen ben de bu güzide kibar ve asil İtalyan arkadaşa karşı özür diledim, tabii olarak ondan daha çok ve daha ısrarlı özür diledim. Bunun üzerine o daha da bir bastırdı, ben de boş durur muyum, verdim özrü verdim özrü, verdim özrü... Böyle böyle 16 dakika kadar birbirimizden özür dileyince en sonunda çevredekilerin ve garsonların araya girmesiyle oturtulduk. Kendi isteğim dışında ve biraz zoraki oturduğum için Alfredo'nun masasına oturmuştum, tabii o zaman adının Alfredo olduğunu bilmiyordum, o bana Luigi'den hallice bir Guiseppe olarak gözüküyordu. Her neyse. Biz 10 dakika kadar da masada özürleştikten sonra Alfredo'yla tanıştık.
Alfredo kökü ta Mecidi'lere (köklü bir geçmişi olan ünlü İtalyan sülalesi) dayanan biriydi. Ben de ona taa İlşadoğullarına dayanan köklü geçmişimi anlatınca birbirimize daha bir kanımız kaynayarak ısındı. İki kültürlü, asil ve beyefendi insan olarak kendimizi kapağını bulmuş birer tencere gibi hissediyorduk.
Derken Alfredo bana ne yiyeceğimi sordu, açıkçası o ana kadar masada 2 saattir oturduğumu farketmemiştim. Ben de yine bir nezaketlilik ve konukseverliğiseverliliğimi gösterek seçimi ona bıraktım. Alfredo ise o hâlde size ailemizin en meşhur ve tanınmış ve ünlü yemeğini ikram etmek isterim dedi hayhay dedim, şeref duyarım dedi, ben daha çok şered duyarım deyince de bence ben daha çok duydum dedi, bunun üzerine dünyada kimsenin benim kadar şeref duyabilmekliğinin kabil olmadığını kendisine lisanımunasiple izah ettim ve o da bunun üzerine kendini bu kadar şerefli bir insanla aynı masada yemek yerken bulmanın tarifi imkânsız bir bahtiyarlık olduğu üzerine yakaşık 12 dakikalık kısa bir konuşma yaptı.
Daha sonra garsona, benim de çok merak ettiğim özel aile yemeklerini söyledi, İtalyancam pek iyi olmadığı için anlamadım ama şunu duyduğuma emin gibiydim: "Andante, uno mellemenno!"
Az sonra karşıma, geleneksel bir İtalyan sahanı içerisinde tanıdık kokulu bir yemek geldi. Evet, tahmin ettiğiniz gibi, bu menemendi! İşte o an yemeği falan unutup bu gizemli ve hayretengiz olayı anlamak istedim. Alfredo'ya yakaşık 23 dakikalık kısa bir konuşmayla bu arzumu dile getirince o da yaklaşık 48 dakikalık orta uzunlukta ama uzunca bir konuşmayla kısa kesmeden bana menemen -veya İtalyancasıyla mellemenno'nun- hikâyesini anlattı.
Özet geçicem:
1562 yılında Roma'daki Medici Köşkü'nde Alfredo'nun büyük büyük büyük büyük büyük büyük büyük büyük büyük büyük büyük büyük dedesi Giovanni di Baggio Joe Joe Di Maggio bir kız sevmiş. Kızı buna vermemişler, çünkü kız Medicilerin can düşmanı Guduccilerin aşiret reisinin biricik kızıymış. Yaklaşık 6,5 sene kızın peşinde koşmuş, abileriyle kavgalara tutuşmuş falan ama, Guduccilerin reisi Neccimi Guducci kızı sana vereceğime turşusunu kurarım falan demiş. Demiş ama, aşk bu dostlar, aşk!..
Giovanni di Baggio Joe Joe Di Maggio ne yapayım edeyim derken, boğazına düşkün olan Guducci için dünyadaki en perfecto (İtalyanca mikemmel demektir) yemeği hazırlatmaya karar vermiş. Derhâl Bolu'dan, Mengen'den, Roma'dan, Basel'den ne kadar meşhur aşçı varsa toparlamış, ne yapın edin Neccimi Guducci'yi mest edip kızı bana vermesini sağlayacak bir yemek yapın demiş. Ustalar yaklaşık 3,5 ay çalışarak melemenno'yu keşfetmişler.
Medici, melemennoyu Guducci'ye göndermiş. guducci bayılmış tabii, bayılmış ama canı tekrar çekince bulamamış. Kim gönderdi bunu demiş, Medicci demişler, hemen hınk hınk hınk diye boğazını tutmuş (zehirlendiğini sanmış) ve adamlarının anne ve eşlerine sövmeye başlamış, "oh mondio! ondan geleni bana nasıl yedirdiniz, hınk, hınk, hınk!" Nafile. Ölmemiş çünkü zehirsizmiş yemek. Ama ölmekten beter olmuş, melemenno diye dere tepe gezer olmuş divane gibi...
En son dayana dayana 4 ay 8 gün dayanabilmiş ve Medicilerle barışarak kızını ona vermiş. Dünyalar Medicci'nin olmuş tabii Sonra işte hep menemen yemişler... Hikâyenin hüzünlü kısmı şu: Menemeni artık fakirler de yapabiliyor ve onlar da yiyebiliyorlar ve bu güzel yemek artık kimseye aşkı çağrıştırmıyor ((