Eğitimin düzelmesi için 4 ayağın düzeltilmesi lazım. İlk olarak yönetim kademesi düzeltilmeli. Talim Terbiye Kurulu'na yetkin insanlar getirilmeli ve bu kurumun işlevselliği artırılmalı. Kurula eğitimin içinden ve başarılı isimler dahil edilmeli.
İkincisi öğretmenler. Eğitici olarak öğretmenlerin seçilmesi sadece bir sınava bırakılmamalı. Ufku olmayan insanlar sadece KPSS'den yüksek not aldı diye öğretmen olurken girişimci, öngörüsü yüksek ve bu eğitimde belki de çığır açacak öğretmen adayları eğitimin dışına itiliyor. Hatta son 10 yılda öğretmen olmasına rağmen ataması yapılmadığından 50 genç öğretmenimiz intihar etmiştir.
Üçüncü ve dördüncü ayak da öğrenci ve velidir. Öncelikle velinin; nasıl ebeveyn olunacağı konusunda eğitilmesi gerekir. Hababam Sınıfı'nda merhum Münir Özkul'un oradaki ifadeleri hala geçerliliğini korumaktadır. "Çocuğunu okula göndermekle, harçlığını vermekle ana-baba olunmaz. Ana-babanın sorumluluğu burada bitmez". Bizim zamanımızda öğretmenden dayak yediğimizde bunu ailemize söyleyemezdik. Şimdi, öğretmen bir konuda uyarı yapsa veli, soluğu müdürün odasında alıyor.
Cumhurbaşkanlığına danışman olarak nalları diken bir kızın atandığını duyunca eğitimden şikayet etmeyi bıraktım aslında. O makama öyle biri geliyorsa, öğretmen olarak da niteliksiz kişilerin okullara gönderilmesini çok da garipsemez oldum.
Yazınızda geçen saçma atamalardan dolayı hikayeyi eklemek istedim.
İlginç Bir Hikaye ( Can Yücel)
İki liseli arkadaş, liseyi bitirdiklerinde yurt dışında
eğitimlerine devam etmek üzere yıllardır harçlıklarını
biriktirmişler. Bu birikimlerini yıllarca her şeyden mahrum kalarak,
fedakarlıklar göstererek yapmışlar.
Liseyi beraber bitirdiklerinde Milli Eğitim Bakanını ziyarete
gidip, yurtdışında okumaya gönderilmelerini talep etmişler..
Ancak Bakan, gençlerden birini dışarı çıkartmış ve içerdekine,
-Seni gönderebilirim, ama arkadaşını gönderirsem dedikodu olur 'oğlunu
gönderdi derler' onun için onu gönderemem der.
Bu durum dışarıdaki öğrenciye de söylendiğinde, durumu
algılamasının ardından arkadaşına,
-Madem öyle benim biriktirdiğim parayı da sen al, hiç olmazsa
biriktirme amacımı kısmen gerçekleştireyim, der ve yıllardır
fedakarlıklarla biriktirdiği tüm parayı arkadaşına verir.
Evet, bu Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL dir. Dedikodu olmasın
diye göndermediği oğlu ise, bugünün unlu şairi Can YÜCEL dir.
Bu gerçek hikaye henüz bitmedi.
Arkadaşı, İsviçre’ye gider ve burada tip eğitimi alır. O kadar
başarılı olur, o kadar başarılı olur ki, dünyada O'nun adını
duymayan bir tıp adamı kalmamıştır.
Bu profesör Türk olduğunu her fırsatta haykırmış, kendi icat
ettiği, tasarladığı ameliyat aletlerine; Ayşe, Ceylan, Leyla,, Eşek
Semeri gibi Türkçe isimler vermiş ve konusundaki her tıp adamı bu
isimleri kullanmaya başlamıştır.
Tahmin edeceğiniz üzere bu kişi Türkiye de bir hastane açmak
istemiş ama Türk Bürokrasi duvarını aşamamış ve halen bunu
gerçekleştirememiştir.
Oysa İsviçre; -ülkede 60 yaşını aşan doktorlara ameliyat izni
verilmemesine karşılık iki sene üst üste yasalarını değiştirerek
ona bu hakkı tanımıştır.
Evet arkadaşlar bu hikayeyi hiç unutmayacağım.
Bu ünlü cerrah sonunda Türkiye’de tüm üniversitelerimizden takdir
edildi ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez, TBMM tarafından "Onur
Madalyası" aldı. Bu kişi; Profesörlerin Profesörü, Profesör GAZİ
YAŞARGiL’ di.
Hikaye hala bitmedi, ünlü şairimiz Can YÜCEL'in oğlu, Yeni Can
YÜCEL doktor olarak mezun oldu ve babası onu can arkadaşı Gazi Yaşargil'e
gönderdi.
O da onu beyin cerrahı olarak yetiştiriyor. Su an Doç. Dr. Yeni
Can YÜCEL......